Terra Madre – Toprak Ana Günü Coşkuyla Kutlanıyor!

slow-food-story-berlin-festival-2013-closeToprak Ana’nın bereketine, tohumuna, suyuna, havasına şükran günü yaklaşıyor…Geleneksel yemeklerin çeşitliliği ve yiyeceklerin geleneksel yöntemlerle üretimi üzerine farkındalık yaratmak ve gelecek nesillere daha sağlıklı beslenme alışkanlıkları kazandırmak amacıyla Slow Food üyeleri her yıl 10 Aralık gününü Terra Madre – Toprak Ana günü olarak kutluyor. Toprağa değerini veren üreticileri, ürünleri tanıtıyor. Doğayı, toprağı, çiftçiyi baştacı eden, yiğidin hakkını yiğide veren bir felsefenin ürünü olan Toprak Ana Günü, Slowfood’un önderliğinde ülkemizde de çeşitli etkinliklerl kutlanıyor bu haftasonu.

Slow Food Hareketinin Hikayesi

İlk etkinlik Stefano Sardo’nun yönettiği, 2013 yapımı ve izlemesi pek bir keyifli dökümanter: ” Slow Food Story – un documentario

“Carlo Petrini 1986 yılında İtalya’da ArciGola adıyla bir gastronomik dernek kurdu ve üç yıl sonra Paris’te, hazır ve hızlı diye niteleyebileceğimiz yeni usul, endüstriyel ve geleneği olmayan gıdaya karşı Uluslararası Slow Food direniş hareketini başlattı. Şimdi 150 ülkeyi kapsayan ve gastronomik bağlamda hepimizi dönüşten bir hareket bu. Slow Food Story bir grup arkadaşıyla Carlin’in öyküsünü anlatıyor. Bu hikayede yolculuklar, alınan riskler, üretimhaneler, tarlalar, restoranlar, şarap ve yeniden keşfedilen köylü ayinlerinin yanı sıra politik tutkuların yansımaları var. Ama en önemlisi, film, kültürel devrimlerin nasıl da keyifle, şen şakrak yaşama geçebildiğini gösteriyor.”

Ne zaman: 7 Aralık 2013 Cumartesi, Saat: 11:00

Nerede: SALT Beyoğlu, İstiklal Caddesi No:136

Bizi Biz Yapan Gıdamız: Buğday, Zeytin, Üzüm ve Balık

Günün ikinci etkinliği içerisinde bir maya takası ve ekmek sohbeti de sakladığımız bir dizi sunum 😉 İlk sunum üzüme dair ve Levon Bağış’tan.. bir coğrafyada pek çok farklı kültürün üzüm ile muhabbeti ve üzümün de bu süreçteki tüm serüveni….İkinci sunum zeytine dair ve Zeynep Kürşat Alumur’dan.. ölmez ağacına sahip oldum sanan insan, insanın yaşam süresini aşan bir ağaç, doğa, bereket ve insanın altını meyvenin yağında mı, toprağın altında mı, nerede aradığının sorgusu..Üçüncü sunum Defne Koryürek’ten ve balığa dair.. avcı toplayıcılıktan yerleşik kültüre geçiş, bereketin yerini alan verimlilik, kutsallığı kaybeden medeniyet ve gıdanın endüstriyelleşmesi sürecinde insan ve balığın, müştereki olan doğa ile ilişkileri..Dördüncü ve son sunum ise buğdaya dair ve Oya Ayman’dan.. ehlileşen, dönüşen, yapı taşları teker teker ayrıştırılıp karlı kılınan, sahiplenilen, sakınılan tek bir tohumun insanın kurduğu “medeniyet” bağlamında serüveni..

Ayrıca, bu sunumların bir köşesinde Şemsa Denizsel’in imalatı 150 kavanozcuk ekşi ekmek mayası da takas ediyor olacak! Dolayısıyla gelirken beraberinizde “bir mutfak sırrı”, “küçük bir anneanne bilgisi” ya da “unutulacak, aman anlatayım” diyeceğiniz gıdamıza dair bir hikaye, bir bilgi olsun. Zira siz ekşi mayanızla bilginizi takas ederken ortak muhabbet geleceğin güvencesi bir berekete dönüşecek!

Ne zaman: 7 Aralık 2013 Cumartesi, Saat: 13:00-15:00 arası

Nerede: SALT Beyoğlu, İstiklal Caddesi No:136

Şişli %100 Ekolojik Pazarı’nda Aşure Dağıtılacak

Slow Food’un doğum günü kabul edilen Toprak Ana Günü kutlamaları kapsamında bu yıl Şişli %100 Ekolojik Pazarı’nda aşure pişirilecek ve tüm toprak dostlarına dağıtılacak. Türkiye’nin dört bir köşesindeki üreticilerden getirilen meyve, baklagil ve tohumlarla aşuremizi çevirir, hep birlikte pişer ve pişirirken sohbetimiz gıdamız, gıdamıza sağlık veren eller ve binlerce yılın kadınlarının bilgisi, görgüsü olsun!” diyen Slow Food, Fikir Sahibi Damaklar lideri Defne Koryürek, İstanbul, Şişli %100 Ekolojik Pazarı’nda bir araya gelecek tüm katılımcılardan beraberlerinde “mutfak dolusu anne, büyükanne hikayesi” getirmelerini istiyor.

Ne zaman: 7 Aralık 2013 Cumartesi

Nerede: Şişli %100 Ekolojik Pazarı

Ermeni, Rum, Sefarad Yemekleri

TMD_AFIS_2013  sonnBu sene Toprak Ana Günü’nün kutlanacağı başka bir yer ise Balat Kültür Evi. Bu özel gün Ermeni, Rum ve Sefarad mutfağı ile, açık masa yemekler, tarifler ve anılar eşliğinde kutlanacak.

Ne zaman: 8 Aralık 2013 Pazar, Saat: 14.30-17.30 arası

Nerede: Balat Kültür Evi

Geleneksel Tarhana Yapımı ve Tadımı

Fikir Sahibi Damaklar’a el verip kazanı iki tur olsun karıştırmaya, toprağa, tohuma şükran ifade etmeye ve paylaşmaya…
Slow Food Balkon Bahçeleri konviviyumu (konviviyum lideri Leyla Kabasakal) ve İstanbul Permakültür Kolektifi ata değerlerimizden, her eve, yöreye göre değişen tariflerle yapılan tarhanamız ile bu günü kutlayacak. Leyla Hanım’ın daveti çok içten ve sıcak : “Sizlerin de bir tarhana tarifi varsa yapılışına dair, yörenize dair, yanınıza alın ve gelin, bir yandan çorbamızı içerken, bir yandan da sohbet edelim, tarifleri konuşalım, biz tarhanamızı nasıl yaptık anlatalım.”

Ne zaman: 8 Aralık 2013 Pazar, Saat 14:00 – 16:00 arası

Nerede: Halka Sanat Projesi, Moda- Kadıköy

1458431_256084171215656_1577472506_n

Istanbul’da olup, bu haftasonunu her zamankinden farklı geçirmek isteyenlerin birbirinden güzel bu aktivitelerden en az birine katılabilmesi dileği ile…Toprak Ana Günü’nüz kutlu olsun!

Çocuğunuz İçin %100 Doğal, Ev Yapımı Diş Macunu

Doğal diş macunu yapımıGünümüzde çocuklar için geliştirildiği söylenenler de dahil olmak üzere, marketlerden alınan çoğu diş macunu florür, şeker, yapay tatlandırıcılar, yapay renk vericiler gibi birçok kimyasal ve zararlı madde içeriyor.

Özellikle de, diş çürüğünü engellediği gerekçesiyle çocuklar için üretilen diş macunlarında da yer alan ‘sodyum florür’ maddesi aslında son derece zehirli bir kimyasal ve doğada bulunan flor gibi doğal özelliklere sahip olmadığı için birden çok zararı bulunuyor. Kanserojen olan bu kimyasal maddenin çocuklarda zeka geriliğine yol açtığı, bağışıklık sistemini çökerttiği, enfeksiyonlara karşı direnci düşürdüğü, üreme sistemine zarar verdiği ve kalıcı dişlerin çıkmasını geciktirdiği bazı uzmanlar tarafından belirtiliyor.

Sizinle paylaşacağım basit formülle bundan sonra kendi diş macununuzu kendiniz yapabilir, ev yapımı ve %100 doğal içeriklerden oluşan bu macunu gönül rahatlığı ile hem kendiniz , hem de çocuğunuz için kullanabilirsiniz.

İhtiyacınız olan malzemeler şunlar:

  • 3 yemek kaşığı karbonat
  • 3 yemek kaşığı hindistancevizi yağı
  • 15-20 damla nane (peppermint) yağı

Tüm malzemeyi küçük bir kasenin içinde bir kaşık yardımıyla iyice karıştırın, homojen bir kıvam elde edince, elde ettiğiniz macunu kapaklı cam bir kavanoza aktarın.

Doğal dişmacununuzun bazını oluşturan karbonat ağızdaki doğal pH dengesinin korunmasını ve dişlerin beyazlaştırılmasını sağlar. Hindistan cevizi yağı hem hoş bir tat, hem de kıvam verir. Nane yağı ise nefesin tazelenmesine, sinüslerin açılmasına yardımcı olurken aynı zamanda bakterileri öldürücü özelliğe sahiptir. Kullanacağınız uçucu yağ miktarını zevkinize göre ayarlayabilir, nane yağı yerine ya da onunla birlikte limon, karanfil, çay ağacı, zencefil gibi farklı uçucu yağları tercih edebilirsiniz. Arifoğlu benim güvendiğim, konusunun uzmanı bir marka, onlarca çeşitteki uçucu bitkisel yağları online olarak buradan satın alabilirsiniz. Son olarak, eğer biraz daha tatlı bir macun elde etmek istiyorsanız bu karşımın içine 2 çay kaşığı stevya ekleyebilirsiniz.

Yapımı son derece kolay olan doğal diş macunu işini ben çok sevdim, umarım siz de seversiniz!

Doğal Diş Macunu

Gıda Endüstrisini Sarsan ‘Food Matters’ Belgeselini 10 Aralık’a Kadar Ücretsiz İzleyin!

Food Mattersİlgi ve keyifle takip ettiğim, çoğu zaman ilham aldığım portalların başında gelir “Food Matters”. Ne yerseniz osunuz felsefesinden yola çıkarak, gıda endüstrisi hakkındaki bütün sevimsiz gerçekleri tüm çıplaklığıyla ortaya koyan James Colquhoun ve Laurentine ten Bosch, “Food Matters” belgeselinde, bir çok hatırısayılır uzmanın ağzından, aslında tüm modern çağ hastalıklarının işlenmiş gıdalardan kaynaklandığını savunuyor.

Modern tıbbın kurucusu Hipokrat’ın “Gıdanız ilacınız, ilacınız gıdanız olsun” sözleriyle açılıyor film. Bu sarsıcı belgeselde, bir yandan işlemden geçirilerek içleri boşaltılmış, doğallığını yitirmiş, kimyasallarla yüklenmiş gıdaların günümüz hastalıklarının temel kaynağı olduğu söylenirken, diğer yandan insan vücudunun sonsuz bir kendini iyileştirme kapasitesine sahip olduğu ve bu yıkıcı döngüyü yıkabilecek gücü içimizde taşıdığımız mesajı verilerek umut aşılanıyor.

  • Gıdaları nasıl tedavi amaçlı kullanabiliriz?
  • Vitamin takviyeleri gerçekten işe yarıyor mu?
  • Organik ürünler daha mı iyi?
  • Gıdalarımız ne kadar güvenli?
  • Kolesterolu düşürmek için doğal tedaviler
  • Endişe ve depresyona iyi gelen gıdalar
  • Kanser için doğal terapiler
  • Hangi ilaçlar faydadan çok zarar getirir?
  • Detoks yapmanın, kilo vermenin ve korumanın en iyi yolları

Bugüne kadar 24.95 $’lık bir fiyat karşılığında izlenilebilen belgesel 1-10 Aralık tarihlerinde ücretsiz olarak bu linkten izlenebilcek. İngilizce bilen okuyucularıma kaçırmamalarını tavsiye ederim!

 

Yoksa Siz Hala Mikrodalga Fırın Kullanıyor Musunuz?

kaynak: http://www.emfnews.org

7. Gün: Sol tarafta mikrodalgadan geçmiş suyun etkisi görülüyor

Bundan yıllar önce çalıştığım şirketteki yöneticim Amerika’da uzun yıllarca yaşamış biriydi ve bir sohbet sırasında kahvesini daima mikrodalga fırında hazırladığını söylediğinde ben küçük çaplı bir şok geçirmiştim. Geçirdiğim şoku hayretle karşılayan o zat, böyle enteresan bir kahve hazırlama şeklini ilk defa duymuş olmam ve yadırgamamdan dolayı beni adeta cehalet içinde olmakla ve tutucu bir yaklaşım sergilemekle yaftalamıştı. Kim ne derse ve ne düşünürse düşünsün, umurumda değildi. Ne anne-babamın evinde, ne de evlendikten sonraki evimde hiç mikrodalga fırın olmadı, hiç istemedim, eksikliğini hiç hissetmedim. Daha “organik anneliğe” soyunmamış olduğum zamanlarda dahi içimden bir ses bu keşfin hiç de sağlıklı bir şey olmadığını söylüyordu çünkü bana. Haksız değilmişim. Zira, mikrodalga fırınların sağlığa zararlı olduğu çeşitli araştırmalar tarafından kanıtlandı.

Konuya önce kısa bir tarihçe ile başlayalım: İlk mikrodalga fırın 1947’de mutfak eşyaları üreticisi olan Raytheon şirketince “Radarange” adıyla kamuoyuna duyurulmuş olsa da, gerek fiyatının çok yüksek oluşu gerekse büyükçe bir buzdolabı boyutlarında olması nedeniyle ticari olarak pek ilgi görmemiş. İlgi görmemeye devam etseymiş daha isabetli olurmuş, ama ne var ki, evlerde kullanılan ilk mikrodalga fırınlar, 25 Ekim 1955’te Tappan şirketi tarafından satışa çıkarılmış ve sundukları kolaylık sebebiyle özellikle 1970’lerde giderek yaygınlaşmışlar. Yaptıkları bilimsel araştırmalar sonucu bu icadın pek de masumane olmadığını düşünen Ruslar, 1976 yılında mikrodalga fırınları yasaklamış. Bu yasak Sovyetler Birliği’nin dağılması sonrasında kaldırılmış (kapitalizmin sevimsiz bir zaferi diyelim). Günümüzde ise, başta evlerin %90’ında mikrodalga fırın bulunan Amerika olmak üzere bir çok gelişmiş ülkede yaygın olarak kullanılıyor mikrodalga fırınlar. Ülkemizde ise, hanelerde olmasa dahi, büfe, kafe ve restoranların bir çoğunda sıklıkla kullanılıyor kerameti kendinden menkul bu gereçler…

Mikrodalga Fırınlar Gıdaların Doğal Yapısını Bozuyor

Mikrodalgalar ışık hızında hareket eden, çok kısa dalga boyuna sahip elektromagnetik bir enerjidir. Temelde bu fırınların yaptığı şey,  ince ve çok keskin bir enerji dalgası üreterek fırının içindeki besini bombardımana tabi tutmak ve kutupsal moleküllerin de aynı frekansta, saniyenin milyonda biri bir zamanda dönmelerini sağlamaktır. Bütün bu aktivite yemeğin ısınmasını sağlayan moleküler bir sürtünmedir. Araştırmalara göre, bu alışılmadık ısıtma şekli çevredeki moleküllere zarar veriyor, onları parçalara ayırıyor ve deforme ediyor ve böylelikle yiyeceğin fiziksel yapısını değiştiriyor.  Işınlama süreci moleküler yapıyı kırıyor ve yeni kimyasal setler yaratıyor. Bu kimyasallar içinde benzen (böcek ilacı yapımında kullanılan madde), formaldehit (cansız insan bedenlerini korumak için kullanılan sıvı), mutagenler (hücre mutasyonuna sebep olan maddeler) ve kanserojenler (kansere sebep olan maddeler) gibi maddeler sayılıyor.

Mikrodalgalar Bebek Gıdaları İçin Zararlıdır

bebek mamasıTürkiye’de böyle bir şey yapan çıkar mı bilmiyorum ama Amerika’daki bazı saygın hastanelerin yenidoğan bölümlerinde dondurulmuş anne sütünü çözmek ve ısıtmak için mikrodalga ısıtıcılar kullanıldığı düşünülürse bu konuya değinmekte fayda var. Bebek gıdalarını, anne sütünü ya da formül sütü mikrodalga fırında ısıtmak son derece sağlıksız, hatta zararlı olabilir. 1989 yılında Minnesota Üniversitesi bir radyo anonsuyla anne babaları bu konuda uyarmıştı. Biberon dıştan ılık hissedildiği için, içindeki sütün gerektiğinden fazla ısıtıldığı fark edilemez ve süt bebeğin ağzını ve gırtlağını yakabilir, dahası, biberonun içinde hapsolan buhar, mikrodalgalara maruz kalmış gazlar sebebiyle biberonun patlamasına sebep olabilir. Ayrıca, mikrodalgalar sütün ya da bebek gıdasının moleküler yapısını değiştirerek hayati önem taşıyan besin maddelerini tahrip ederler, vitamin kaybına yol açabilir.

İki tıp doktoru, Dallas’tan Richard Quan ve Stanford Üniversitesi’ne bağlı çalışan John A. Kerner’in başı çektiği ve 1992 yılında bilimsel nitelikli bir yayın olan The Journal of Pediatrics’te yayınlanan araştırma da benzer sonuçlardan söz ediyor. 37 derecenin üzerindeki bir ısıda, mikrodalga kullanılarak ısıtılan anne sütünde bebeğin bağışıklık sisteminin güçlenmesini sağlayan canlı hücreler (antikorlar) büyük ölçüde yok oluyor, ısı 72 derece üzerine çıktığında ise antikor kaybı %96’ya ulaşıyor. Siz siz olun, bebeğinizin sütünü ya da mamasını mikrodalgada ısıtmayı aklınızdan dahi geçirmeyin ve annenizin yaptığı gibi biberonu sıcak suya tutarak bebeğinizin sütünü ısıtmaya devam edin.

Mikrodalgalar Kanınızı Tahrip Edebilir

Mikrodalgalarla ilgili şok edici bir gelişme de, 1989 yılında Oklahoma’daki Hillcrest Medical Center adlı bir hastanede, bir hemşirenin kan nakli yapılacak Norma Levitt isimli bir hasta için gerekli olan kanı mikrodalgada ısıtması ile yaşandı. Mikrodalgada ısıtılan kanın nakledilmesinden dakikalar sonra hasta hayatını kaybetti. Bu üzücü olay sonrasında, kanı bu şekilde ısıtmanın kandaki alyuvarları yok ettiği ve dolayısıyla hemolize (kan erimesi) yol açarak yüksek miktarda potasyumu açığa çıkardığı ortaya çıktı. Kandaki potasyum miktarının aşırı yükselmesinin genellikle ölüme yol açtığı biliniyor.

Mikrodalgalar Kandaki Hemoglobini Azaltıyor, Kolesterol Dengesini Bozuyor

İsviçreli bir gıda mühendisi olan Dr. Hans Ulrich Hertel’in Lozan Üniversitesi’nde profesör olan Dr. Bernard H. Blanc ile mikrodalgaların insan sağlığı için neden zararlı olabileceğini kanıtlamak üzere birlikte yürüttüğü ve sonuçlarını 1991 yılında yayınladığı araştırma büyük yankı uyandırdı.

8 gönüllünün katıldığı bu araştırmada, mikrodalgalarla ısıtılmış süt ve sebzeleri yiyen deneklerin kanında önemli değişiklikler olduğu gözlemlendi. Aynı gıdanın farklı yöntemlerle pişirilerek tüketilmesi insan kanında farklı etkiler yarattı. Denekler, mikrodalga kullanılarak pişirilen yemekler yediğinde kanlarındaki hemoglobin düşerken (kansızlık belirtisi) , HDL (iyi kolesterol) seviyesi de azaldı ve böylelikle kanlarındaki HDL (iyi kolesterol)-LDL (kötü kolesterol) oranı da daha sağlıksız bir seviyeye gerilemiş oldu. Ayrıca vücuda bağışıklık kazandıran akyuvarların azaldığı, vücuttaki toksik madde oranı arttığında artış gösteren lökosit oranının ise yükseldiği gözlemlendi.

Bu sonuçlara dayanarak, Hertel & Blanc, mikrodalga ile pişirilen gıdaların konvansiyonel metodlarla pişirilen gıdalarla karşılaştırıldığında insan sağlığı üzerinde büyük risk oluşturduğunu, mikrodalganın insan kanında kanserin yol açtığı etkilere benzer etkilere yol açtığını açıkladı. İsviçreli güçlü bir ticari birlik olan ve elektronik ev gereçleri üreticilerini temsil eden FEA, bu sonuçların endüstri üzerindeki etkilerini öngörerek mahkeme kararıyla sonuçların paylaşılmasını yasaklattı. Araştırmasının arkasında duran Dr. Hertel, büyük bir hukuk mücadelesi sonucunda 1998 yılında bu yasağı kaldırttı.

Mikrodalgada Pişirilmiş Gıdalar Kansere Yol Açıyor Olabilir

ORGANIC PRODUCEDoktoralı bir kimyager, ünlü bir beslenme uzmanı ve enzim terapisti olan Dr. Lita Lee 1991 yılında yayınladığı “Mikrodalga Radyasyonun Sağlık Üzerindeki Etkileri” isimli kitabında her mikrodalga fırının elektromagnetik dalgalar sızdırdığını, gıdalara zarar verdiğini ve içlerinde pişen gıdaları tehlik saçan, organları zehirleyen, kansere yol açan maddelere dönüştürdüğünü savunuyor.

Bu konudaki diğer çarpıcı araştırmalar zinciri Ruslar tarafından yapıldı. Araştırmada, teste tabi tutulan tüm besinlerde kanserojen maddeler oluştu. Üstelik hiçbir gıda normal şartlarda pişirilirken, ısıtılırken ya da buzu çözülürken maruz kalacağı mikrodalgadan daha fazla bir seviyeye maruz bırakılmamıştı. Portland, Oregon’da yerleşik olan Atlantis Rising Educational Center Rusların bu araştırmalarını özetleyen bir yazı yayınladı. İşte bazı önemli bulgular:

  • Mikrodalgada pişirilen etlerde iyi bilinen bir kanserojen maddesi olan d-Nitrosodienthanolamines oluştu
  • Süt ve tahılların mikrodalgaya maruz kalması, içlerindeki bazı amino asitlerin kanserojen maddelere dönüşmelerine yol açtı
  • Donmuş meyvelerin mikrodalga fırında çözdürülmesi içlerindeki glucoside ve galactoside maddelerini kanserojenlere dönüştürdü
  • Çiğ, pişmiş ya da donmuş sebzelerin çok kısa süreli mikrodalgaya tutulmaları dahi yapılarında bulunan bitkisel alkaloidlerin kanserojen maddelere dönüşmesine yol açtı
  • Mikrodalgada pişirilmiş bitkilerin, özellikle de kök sebzelerin besin değerlerinin azalmasının yanı sıra bu sebzelerde kansere sebep olan serbest radikaller oluştu.

Riske Değer Mi?

Mikrodalgaların sağlığa zararlı olduğunu söyleyenlerin yanında şüphesiz ki bunun tam tersini söyleyen bir cephe de var, ki ben bunu biraz 20-25 sene önceki sigara tartışmalarına benzetiyorum. Bu yüzden de mikrodalgaların sağlıklı olup olmadığı ile ilgili bu kadar güçlü şüphenin olduğu, hayatımızın zaten bir sürü elektromagnetik dalga yayan cihazlarla kuşatıldığı bir dünyada ben mikrodalgaları veto etme hakkımı kullanıyorum. Zaten “Organik Anne” olarak mikrodalgalara geçit vermem düşünülemezdi, değil mi 😉

Siz de araştırın, soruşturun, karşılaştırın, ama en önemlisi de, içinizden gelen sesi dinleyin ve kendi kararınızı kendiniz verin!

Zaman Su Gibi Akıp Geçti…

En son blog yazımı yazmamın üzerinden neredeyse 10 ay geçmiş…Çalışma hayatına ara verdiğim bir dönemde yazmaya başlamış olduğum yazılarım, çalışma hayatına yaptığım hızlı geri dönüş ile sekteye uğradı ve 2013 yılında sadece bir yazı yazabildim, o da Ocak ayında. Görüşemediğimiz bu dönemde çok şey oldu şüphesiz, katıldığımız oyun grupları Batu’yu kesmemeye başlayınca küçük oğlum 2 yaşını doldurduktan sadece bir kaç ay sonra yuvaya başladı. Küçük kahramanım ‘okullu’ olduktan sonra bebeklikten çocukluğa doğru emin adımlarla ilerledi. Yeme-içme alışkanlıkları zaman içinde değişti, yediğini yemez, yemediğini hiç yemez oldu 🙂 Bu yaz, Batu 2,5 yaşındayken tuvalet eğitimini kazasız belasız tamamladık. Bütün bir yazı denize bir defa bile girmeyişinin bana yaşattığı hezeyanla kış başlarken onu yüzme derslerine yazdırdım. İlk derste havuza girmemek için koltukların altına saklanırken, haftalar geçtikçe güle oynaya suya atlar oldu.

Kendi seçimlerini yapmaya başlayan, kendini her geçen gün daha iyi ifade eden, herşeyden önemlisi, hiç beklemediğim bir anda ilk kez ‘Anne…seni çok seviyorum’ diyerek kalbimi fetheden bu tatlı yaratık ile her geçen gün başlı başına bir maceraydı.  Bu arada organik annelik alanında da çok konu birikti tabii!

Önümüzdeki dönemde, geçtiğimiz ayların açığını kapatarak, yepyeni içerikler, haberler, maceralar ile kaldığımız yerden devam edeceğiz. Geçtiğimiz 10 ay boyunca sabırla yazı yazmamı bekleyen, beni terk etmeyen siz değerli okuyucularıma teşekkür ediyor, yayınlamakta ve cevaplamakta geciktiğim yorum ve sorularınız için affınıza sığınıyorum. Geriye dönük olarak her bir soruya cevap vereceğim en kısa sürede!

Sıradanlığa Meydan Okuyan Bir ‘Tasarım’ Markası: PetitSomething

Bogi Fare PetitSomething markasının ilk ve en özel üyesi

Bogi Fare PetitSomething markasının ilk ve en özel üyesi

Eğer bebeğiniz ya da çocuğunuz için sıradan, basmakalıp, ruhu olmayan kıyafetler, eşyalar ve oyuncaklardan sıkıldıysanız PetitSomething’in yalın, minimal, özgün ve naif tasarımları tam size göre olabilir. Yaklaşık iki yıl önce, sıradan bir Pazar günü, Sertan Özant ve Bilge Kalfa ‘Ne yapsak da hayatımıza biraz oyun ve eğlence katsak’ diye düşünürlerken, Sertan kendini oracıkta kumaştan bir fare yaparken bulur. Bu sevimli fareye bayılan Bilge, ismini Bogi koydukları ve sonradan maskotları olacak olan bu oyuncağı sosyal medya üzerinden arkadaşlarıyla paylaşır. Herkesin Bogi’yi beğenmesiyle birlikte , tasarım ikilisi, zamanla yeni oyuncaklar, yakınlarının bebekleri için de zıbınlar, tulumlar, battaniyeler yapar hale gelmiş. Arkadaşlarıyla paylaşmak için açtıkları bloga siparişler gelmeye başlayınca, ekibe harika dikiş teknikleriyle Nesrin Özant katılmış ve PetitSomething ortaya çıkmış.

İkilinin hayalgücü ve yetenekleriyle hayat bulan, tamamen el yapımı, birbirinden sevimli PetitSomething tasarımlarının ünü hızlı bir şekilde yayılmış. Sertan Özant ve Bilge Kalfa İskandinav tasarım akımının etkilerini taşıyan, oyuncaktan pikeye, perdeden mobilyaya, zıbından bereye, bebek odası dekorasyonundan sevimli tulumlara ve isme özel bebek patiklerine kadar farklı çeşitlerde tasarımları birlikte hayata geçiriyorlar. Battaniyeleri hikayeleri olan bir resim gibi düşünürken, oyuncaklarda az çizgiyle çok şey anlatmaya çalışıyorlar. Tulumların her biri elde çiziliyor, bir çok ürüne nakış yapılıyor. Bir eskiz en iyi hangi malzeme, hangi dikiş ve kalıpla ortaya çıkar, ürüne dönüşür, nasıl bir ambalajla alıcısına ulaşır gibi sorulara en iyi çözümleri bulabilmek için sürekli kafa yoruyorlar. Bebekler için tasarlarken, bebeğe temas eden yüzeylerin pamuk ya da bambu gibi doğal malzemelerden üretilmesine özen gösteriyorlar. Yumuşaklık, renk gibi şeylere de önem vermekle birlikte en çok özgün, yaratırken eğlendikleri, annelerin de çocukların da mutlu olacakları, evladiyelik bir şeyler ortaya çıkarmaya çabalıyorlar.

Maharetli tasarımcılar 2013 koleksiyonuna çocuklar için tekstil tasarımlarının yanı sıra mobilya tasarımları da eklemeyi düşünüyor. Daha önceki yıllardaki gibi PetitSomething ürünleri Bilstore ve Beymen mağazalarında ve markanın kendi websitesinde satışta olacak. Markanın ünü ise ülke sınırlarını çoktan aşmış durumda. Belçika ve Fransa’da bir kaç butikte yer alacak olan PetitSomething Clutter Magazine tarafından düzenlenen Designer Toy Awards 2012 (Tasarım Oyuncak Ödülleri) yarışmasında ‘Yılın Markası’ kategorisinde aday gösterilmiş.

Ne diyebilirim ki? Bir anne gözüyle de, bir pazarlama profesyoneli gözüyle de bu çocuk ruhlu markaya, hikayesine ve tasarımlarına ba-yıl-dım!

IMG_1913_edt_cc_shrp_650

Robi ve Didi elele!

Her bir oyuncak elde dikiliyor

Her bir oyuncak elde dikiliyor

Ayıcık uyku tulumu pek sevimli:)

BabyNes: Annelerin Yeni Arzu Nesnesi Olabilir Mi?

BabyNes SistemiEğer bebeğinizi biberonla beslemek durumunda olsaydınız formül ölçmeden, su ısıtmadan, çalkalamadan, sadece tek bir tuşa basarak, 1 dakika içinde bebek sütünüzün hazır olması harika olmaz mıydı? Bebeğini anne sütüyle büyütmüş ama zaman zaman formül süt desteğine başvurmak durumunda kalmış biri olarak bebeğini hiç emzirememiş ve gece gündüz demeden her 3 saatte bir formül hazırlamak zorunda kalan bir anneyle empati kurabiliyorum. Nestle tarafından geliştirilen BabyNes beslenme sistemi de kahraman annelerin hayatını biraz olsun kolaylaştırabilme misyonuyla tasarlanmış. Sistemin temelinde Nespresso makinesini andıran bir makine ve doğumdan 3 yaşına kadar olan bebek ve çocuklar için, bulundukları dönemin beslenme ihtiyacına göre hazırlanmış 6 farklı formül içeren tek kullanımlık kapsüller bulunuyor. Makinenin su haznesini doldurup, bebeğinizin yaşına uygun kapsülü ve boş biberonu makinedeki yerlerine yerleştirdikten sonra tek yapmanız gereken tuşa basmak. BabyNes ile bebek sütünü hazırlamak sadece bir dakikanızı alıyor. Bu akıllı sistemde makine kapsülün üzerindeki barkodu okuyarak su miktarını ve uygun dereceyi otomatik olarak ayarlıyor. Her kapsül suda bulunabilecek bakterileri elimine edecek mini bir filtre içeriyor. BabyNes ile her seferinde tam olarak aynı doz formül ile, doğru su miktarı kullanarak doğru ısıda bir biberon bebek sütünü kolaylıkla hazırlamak mümkün.

BabyNesBu sistem çok da yeni değil aslında. İlk olarak 2011 yılında İsviçre’de piyasaya sürülmüş. Elde ettiği başarının ardından 2012 yılında Fransa’da da satılmaya başlayan BabyNes sistemiyle ilgili caydırıcı unsurların en başında yüksek fiyatı yer alıyor. Zira, makinenin 202 Euro’luk fiyatı her keseye göre değil. 26 kapsülün 45 Euro’ya satıldığı göz önünde bulundurulduğunda biberon başına maliyetin de muadillerinin iki katı olduğunu görüyoruz. Ayrıca, sistem sizi sadece Nestle kapsüllerini kullanmaya mecbur ediyor. Zaten bu kadar yatırım yaptıktan sonra başka bir markaya yönelmek aklınızdan geçmeyecektir! Diğer bir konu da sistemi sadece evde kullanabiliyor olmanız, dışarı çıktığınızda yine eski usül yöntemler tek seçeneğiniz oluyor.

Nestle’nin ateşli karşıtlarından olan ve İngiltere merkezli bir kuruluş olarak anne sütünü ikame etmek üzere bebek formülleri üreten şirketler üzerindeki kontrollerin artırılmasını misyon edinen Baby Milk Action (Bebek Sütü Hareketi) eleştiri oklarını BabyNes üzerine çevirmiş durumda. Kuruluş, Nestle’yi, annelerin bebeklerini anne sütü ile beslemelerini engellemek, bebek formülü pazarlamasındaki uluslararası kurallara uymamak, Dünya Sağlık Örgütü’nün tavsiyelerine aykırı şekilde işleyen bir ürün geliştirmekle suçluyor ve BabyNes kapsüllerinin steril olmadığını, bu konuda ürün üzerinde uyarı yer alması gerektiğini belirtiyor. Tüm suçlamaları reddeden Nestle ise ilk 6 ayda bebeklerin mutlaka anne sütü ile beslenmesini ve emzirmenin mümkün olduğu kadar uzun süre sürdürülmesini desteklediklerini, Babynes’te kullandıkları patentli teknoloji sayesinde yüksek kaliteli, güvenli ve kullanışlı bir çözüm sunduklarını dile getiriyor.

Tüm tartışmaları bir kenara bırakacak olursak, BabyNes yenilikçiliği, teknolojinin tüm nimetlerinden yararlanmış oluşu, gözalıcı tasarımı, annelerin hayatını kolaylaştıran yönü ile taktiri hak ediyor ve Nestle’ye hakkını teslim etmek gerekiyor.

Çocuklar İçin Gerçek Lezzetlerle Dolu Üç Yemek Kitabı

Batu tam buğday unlu ev yapımı 'A la Turca' pizzasıyla

Batu tam buğday unlu ev yapımı ‘A la Turca’ pizzasıyla

Yaşamak için yiyenlerden olmadım hiç. Ama sadece yemek için yaşayanlardan da değilim. Belki de sevgili babamdan gelen genetik miras ya da ona öykünerek büyüttüğüm bir tutkuyla tek bir şeyin peşinde oldum sofralarda. Lezzet. İçine duygu ve heyecan katılmamış, özensizce, bir görevi yerine getirmek için hazırlanmış yemekler yavan gelir hep bana, keyif vermez. Anne olduğumda çocukların da küçük birer gurmeler olabileceğini hiç aklımdan çıkarmadım. İşte bu yüzden, oğlumun daha minicik bir bebek olduğu ve anne sütü dışındaki gıdalarla tanışmaya başladığı dönemden itibaren, sağlıklı beslenmesinin yanı sıra, tat alma duyusunun olabildiğince gelişmesi en önemli önceliklerimden biriydi. Batu’nun beslenmesinde mevsiminde, organik, taze malzemeler kullanmaya, tek düzelikten uzak, her öğünde farklı, yeni, çeşitli yemeklerden oluşan menüler hazırlamaya dikkat ettim. Beyaz unu, şekeri, tuzu, margarini, aroma ya da katkı maddesi içeren gıdaları mutfağıma sokmadım. Batu çok erken yaşlarda avokado, kuşkonmaz, kinoa, buğday ruşeymi, muskat gibi farklı, besleyici, lezzetli gıdalarla tanıştı.

Gerçek gıdalarla hazırlanmış, içine sevgi ve mutluluk katılmış, damakları şenlendiren yemekleri her gün, yine, yeniden hazırlamak pek de kolay bir iş değil. Yaratıcılıkta tıkandığım noktalarda biraz ilham almak için son iki yıldır, özellikle çocuk beslenmesi üzerine yazılmış, benim organik, sağlıklı, lezzetli beslenme felsefemle örtüşen içerikte onlarca kitap aldım. Bu kitapların büyük çoğunluğunun yurt dışından geliyor olması tesadüf değil çünkü ülkemizde özellikle okul öncesi dönemi beslenme ihtiyaçlarını göz önünde bulundurarak yazılmış kitapların sayısı son derece az. Son dönemde arşivime kattığım, ‘işte tam benim kafamda şeyler söylüyor, sağlıklı tarifler içeriyor’ dediğim 3 Türkçe kitap ise yüzümü güldürdü.

Yaşamın İlk Yıllarında Miniklerin Yemek Keyfi, Nathalie Tunçer & Dr. Ozan Tunçer

Miniklerin Yemek KeyfiHekim olan eşiyle el ele verip, bir yandan mutfak sanatı ve tıp bilgilerini, öte yandan İtalyan – Fransız ve Türk kökenlerini – kültürlerini birleştirip, yararlı ve kullanımı kolay bir yapıt ortaya çıkarmak için uğraş veren Nathalie Tunçer kitaplarının önsözünde Türkiye’de bebekler için, kutuda, kavanozda ya da toz halinde hazır ürünlerin çeşidinin oldukça az olduğunu ve bunun da büyük bir şans olduğunu belirtmiş. ‘Bu tür ürünlerin asıl eksikliği ise, bir mutfağın kendine özgü atmosferi içinde, iştah açıcı kokularla yemek hazırlama sürecinden yoksun olmalarıdır. Çocukların anılara ihtiyacı vardır. Yemek saati yaklaşırken mutfakta birbirine karışan kokular, renkler, gürültüler ne kadar eğlencelidir.’ diyerek sözlerine devam etmiş.

‘Günümüzde, anne babaların rolünü, belki her zamankinden fazla, çocuklarının sağlıklı ve dengeli beslenmesine özen göstermek olan gören Nathalie Tunçer şunları  da söylüyor:  ‘Gün geçmiyor ki, basında, televizyonda besin zehirlenmeleri, katkı maddelerine alerjiler, hızlı endüstrileşmenin tabağımıza kadar getirdiği tehlikelerden bahsedilmesin. Bu kitapta sizlere sebzelerin, meyvelerin yararlarından, basit ama vazgeçilmez besin öğelerinin bedene katkılarından bol bol söz edeceğim. Meyveler, sebzeler üzerinde özellikle duracağım, çünkü geleneksel doğal beslenmenin yerine göz diken hazır gıdalar, endüstriyel besinler tabağımızı tehdit ediyor. Unutmayın çocuklukta kazanılan doğru beslenme alışkanlıkları tüm bir yaşam boyu devam eder.’

Kitapta katı gıdalara geçişten itibaren, bebeklikten okul öncesi döneme uzanan bir zaman diliminde, çocuğun gelişimiyle ortaya çıkan beslenme ihtiyaçlarıyla şekillenen 200’den fazla yemek tarifi yer alıyor. Büyük çoğunluğu kolay ve çabuk hazırlanabilir olan yemek tariflerinin yanı sıra besin öğeleri, hangi dönemde hangi besinlerin ne miktarda verilmesi gerektiği, günlük beslenme programları, yemeği hazırlarken ve sunarken dikkat edilmesi gereken noktalar, mutfakta hijyen ve güvenlik kuralları, tariflerde yer alan besinlerin vitamin ve mineral içerikleri gibi son derece faydalı bilgiler yer alıyor.

Annenin Lezzet Kitabı, Christelle Le Ru

Annenin Lezzet KitabıOkul öncesi çocuklar için tarifler ve beslenme önerileri içeren bir başka kitap da ‘Annenin Lezzet Kitabı’. 2008 yılında ‘Gourmand En İyi Aile ve Çocuk Yemek Kitabı’ ödülüne layık görülen kitap üç güzel çocuk doğurup yetiştiren örnek bir anne tarafından kaleme alınmış. Aslen Fransız olan ama 2002 yılından beri eşi ve çocuklarıyla birlikte Yeni Zelanda’da yaşayan Christelle, çocuklarınızı cicili bicili ambalajlanmış abur cuburlardan uzak tutarak evde kolayca hazırlayabileceğiniz besleyici yiyeceklerle doyurmanızı amaçlıyor ve bence bunu gayet iyi başarıyor…Bu kitap lezzetli tariflerin yanında, hazırladığınız sağlıklı yiyecekleri çocuğunuzun bayıla bayıla yemesini sağlayacak parlak fikirlerle de dolu.

Tamamı renkli ve fotoğraflı 61 tarifin yer aldığı kitapta, küçük çocuklar için son derece değerli olan taze sebzeler, meyveler, süt ürünleri, yumurta, et ve balık gibi malzemeler ağırlıklı olarak kullanılıyor. Bütün tarifler pratik, besleyici ve kolay bulunan malzemelerle hazırlanmış. İki ana bölümden oluşan kitabın ilk bölümünde çocuğun temel besin ihtiyaçlarını karşılayacak ana yemekler var. İkinci bölüm ise tatlılara ayrılmış. Bu bölümlerin aralarına ise “Doğru Beslenme İpuçları” serpiştirilmiş. Ispanaklı balkabaklı turta, krem peynirli mini pizza, patatesli mantarlı mücver, avokadolu somonlu şiş, kabaklı pirinç lapası, havuçlu brokolili kek, balıklı ıspanaklı börek, havuçlu bulgur, fırında patates ve brokoli kitaptan ilginizi çekecek tariflerden sadece bazıları…

Abur Cubura En Güzel Alternatifler, İpek Kuşçu

abur-cubura-en-guzel-alternatifler-4017205_3052_oGerçek gıdalar ve kaybolan tatlar üzerinde araştırmacı yazar olarak çeşitli yayın gruplarında ve ‘Miss Çilek’ isimli blogunda yazılar yazan, çocukları gerçek gıda ile tanıştırma ve uygulamalarıyla öğretme çabası ile özel bir okulun anaokulları bünyesinde iki yılı aşkın süre ‘gerçek gıda eğitimleri’ veren İpek Kuşçu, Abur Cubura En Güzel Alternatifler adlı kitabında büyüklerin de imreneceği şekersiz tatlılar, atıştırmalıklar ve içecekler baş rolde. Kuşçu, sağlıksız endüstriyel abur cubur gıdalara, en az onlar kadar ‘çekici’ ve ‘albenili’ alternatifler sunuyor.  Yazar, çocukların görsel açıdan çekici bulacağı süsleme şekillerine de yer vererek yemek yemeyi ‘eğlenceli’ hale getirirken, çaktırmadan sağlıklı ve doğal gıdalarla besleyiveriyor çocukları. Ev yapımı çikolatadan, zeytin ve badem ezmelerine, ballı kuru meyveli dondurmadan, incirli uyutmaya, rengârenk akıtmadan, balkabaklı toplara, enerjik karıncadan, otlu civ civ kıtırlara toplam 75 tarif var kitapta.

Yeni yılda küçük gurmelerinizin damak tadına hitabedecek, yenilikçi, yaratıcı, sağlıklı lezzetlerle dolu bu üç kitabı mutlaka edinin derim!

Küçük Kahramanım İki Yaşında

Fotoğraf: Ayça Oğuş

İlham kaynağım, küçük kahramanımın ilk yaş gününün üzerinden koskoca bir yıl geçti. Bugün tam iki yaşında oldu benim oğlum. Bu koskoca ve dopdolu yılda geçen her günle birlikte Batu bebeklikten çıkıp çocukluğa bir adım daha yaklaştı. Bu yıl, iki iş arasında çalışmadığım beş ay boyunca Batu ile neredeyse kesintisiz 7/24 birlikte olmak, onun bir çok ilkine bizzat tanıklık edebilmek paha biçilmez duygular yaşattı bana.

Batu’yla birlikte parklarda, bahçelerde dolaştık, şarkılar söyledik, dans ettik, güldük, eğlendik, müzeleri gezdik, tatile gittik, kumdan kaleler yaptık, koyun koyuna uyuduk ve birlikte uyandık…Anneannesine şarkı besteledi, parkta topunu ısırıp patlatan köpeği hiç unutmadı, patatesi hiç sevemedi benim oğlum. Yeniden işe başladığımda, sabahları tam kapıdan çıkacakken elimden tutup tekrar onunla oynamamı istedi, akşam işten döndüğümde ‘Anne, meme, meme’ diye karşılayıp boynuma atladı. Babasıyla ilk kez berbere gidip saçlarını kestirdi, geceleri deliksiz uyumaya başladı, kaş çatmayı öğrendi, ‘Daha dün annemizin’ ve ‘Yağmur yağıyor’ şarkılarının melodisini mırıldandı…

İkili, üçlü kelimeler derken konuşmayı öğrendi, masal kitaplarını ezberledi, şarkılar söylemeye , eli kalem tutmaya, çizgiler, daireler çizmeye başladı. Yapabildikleri, söyleyebildikleri ile beni zaman zaman şaşırttı, espri yeteneği ile güldürdü, kahkahaları ile ta derinlerde bir yerlerde saf bir mutluluk yaşattı, boynuma sarılan, kolumu okşayan küçük elleri yüreğime de dokundu…Canım  oğlum bugün ‘iki’ oldu, küçük kahramanım, iyi ki doğdu…

Çocuklar İçin Balkabaklı Yulaflı Kurabiye

Ekim ayıyla birlikte tezgahlarda yerini alan balkabağının şimdi tam mevsimi. Potasyum, magnezyum, demir ve çinko açısından son derece zengin, sağlıklı, besleyici ve bir o kadar da lezzetli bir sebze olan balkabağı ile hayal gücünüz yettiğince yaratıcılığınızı konuşturabilmeniz, ortaya çıkan tatlarla damaklarınızı şenlendirebilmeniz mümkün. İşte benim de, balkabağının ve yulafın bütün iyiliğini birleştiren, hayatımızdaki küçük insanların afiyetle yiyeceği bir tarifim var.

Malzemeler

215 gram balkabağı püresi

250 gram organik tam buğday unu

225 gram organik tereyağı

180 gram yulaf ezmesi

100 gram esmer şeker

100 ml organik keçiboynuzu pekmezi

100 gram turnayemişi (cranberry) kurusu -yabanmersini, goji yemişi ya da üzüm de olabilir-

1 çay kaşığı toz tarçın

1 çay kaşığı deniz tuzu

2 çay kaşığı kabartma tozu

1 organik yumurta

Hazırlanışı

Fırınınızı 175 dereceye getirip ısıtın. Büyük bir kabın içinde un, kabartma tozu, tarçın ve tuzu harmanlayın. Ayrı bir kapta tereyağı, şeker ve pekmezi kremamsı bir kıvama gelene kadar çırpın. İçine balkabağı püresi ve yumurtayı da ekleyip karıştırın. Bu karışımın içine yavaş yavaş unlu karışımı ekleyerek tüm malzemelerin iyice karışmasını sağlayın. Daha sonra yulaf ezmesini ekleyin. En son olarak kuru meyveyi de karışıma katın. Fırın tepsisinin içine yağlı fırın kağıdı serdikten sonra bir yemek kaşığı ile ölçerek aldığınız karışıma kurabiye şekli vererek tepsiye dizin. Yaklaşık 36 kurabiyeniz olacak. Kurabiyeler hafifçe kahverengileşene kadar, yaklaşık 14-15 dakika, fırında pişirin. Fırından ilk çıktıklarında yumuşak olan kurabiyeler soğudukça sertleşip servise hazır hale gelecektir.