Akıllı Çocuklar İçin Akıllı Oyuncakların Adresi KidzMotto Bu Haftasonu Tırtıl Kids’de!

12249663_10153408453173500_1704771165154781961_n

KidzMotto “Akıllı çocuklar için akıllı oyuncaklar” sloganıyla yola çıkarak, okul öncesi ve ilkokul dönemindeki çocuklar için bilim, eğlence, gelişim, eğitim, yaratıcılık anabaşlıkları altında, özenle seçilmiş, onlarca farklı markanın birbirinden özgün oyun ve oyuncaklarını bir araya getiren taptaze bir platform. Bu haftasonu, 23 Ocak Cumartesi günü Maslak Uniq’de bulunan Tırtıl Kids Kitabevi’nde harika bir etkinliğe imza atacak olan bu markayı yakından tanıtmak istiyorum sizlere…Kendi çocuklarının öğrenirken eğlenmelerine, eğlenirken merak etmelerine, kendilerini özgüven ve rahatlık ile ifade edebilen heyecanlı ve tutkulu birer birey olarak yetişmelerine her zaman özen gösteren Ece ve Emrah Üster, kurucusu oldukları KidzMotto markası ile, bu süreçte kendilerine yardımcı olan, oyun, oyuncak ve eğitim araçlarını diğer tüm çocuklara da ulaştırabilmenin mutluluğunu yaşıyorlar. Oğlumun üç yıl boyunca gittiği yuvadaki en sıkı dostlarından biri olan Sinan’ın annesi ve babası Ece ve Emrah aynı zamanda. Ece’nin çocuk yetiştirme konusundaki titiz, bilinçli ve özverili yaklaşımına yıllar içinde bizzat yakından tanık olduğumdan, bana KidzMotto‘dan ilk defa bahsettiğinde büyük bir merak ve heyecan duydum ve markasının hikayesini kısa bir söyleşi ile bloguma taşıyarak sizlerle paylaşmak istedim…

1496226_10151971036188500_1259304892_oSevgili Ece, bize biraz kendinden bahseder misin?

Merhaba, adım, Ece Ermeç Üster. 1969 doğumluyum. 18 yaşında bir kızım ve 5 yaşında bir oğlum var. Üniversite eğitimimi Tekstil ve Pazarlama üzerine aldım. 20 yılı aşan, Tekstil, Tasarım ve Pazarlama kariyerime, çocuklarımın doğumu haricinde hiç ara vermedim.

 

KidzMotto’nun hikayesini paylaşır mısın? Nasıl doğdu bu fikir?

Oğlum iki yaşını geçtikten sonra tekrar kıpırdanmaya başladım, çalışma hayatı beni geri çağırıyordu, ancak eski yaptığım işe de geri dönmek istemedim. Seveceğim ve benimseyeceğim bir iş, bir sektör arayışım yaklaşık iki yıl daha sürdü ve sonunda çocuklar için bir şey yapmak istediğime karar verdim ve KidzMotto’nun tohumları, yaklaşık bir yıl önce, böylece atılmış oldu.

4Mevsim (1)KidzMotto çatısı altındaki markaların ortak özellikleri neler? Ürünlerini seçerken hangi kriterlere dikkat ediyorsun?

Öncelikle, oyunun bir çocuk üzerinde yarattığı pozitif etkiye, katkıya, gönülden inanıyorum. Bunun bir çok açıdan çocukların gelişimini sağladığını biliyorum. Bu sebeple de ürünlerimi seçerken, çocukların gelişimine, eğitimine katkıda bulunacak, eğlendirirken öğretecek, geliştirecek oyunlar seçmeye önem veriyorum. KidzMotto çatısı altındaki ürünlerin tümü, bir oyuncak tasarımcısı tarafından tasarlanmış, çağımızın gereklerine uyumlu, bilimsel merciler tarafından tanınmış, sertifikalı ve ödüllü oyuncakları tercih ediyorum.

1376440_1458978514417946_8216354456188668301_nPeki organik ya da çevreci yönü ile öne çıkan ürünler var mı?

Elbette, ürünlerimizin tümü çevreci, bir çoğu tamamen yeşil ve geri dönüşümlü yani çocuklarımızın gönül rahatlığı ile oynamasını isteyeceğimiz türde ürünler.

KidzMotto ürünlerine nereden ulaşabiliriz?

KidzMotto ürünlerimize öncelikle, online dükkanımız olan www.kidzmotto.com adresimizden ve Remzi Kitabevleri, Tırtıl Kids Kitabevleri, Minoa Kitap & Kafe, Happy Nest, İyi Cüceler, ZeKids – İzmir, Kırtasiyem – Muğla ve benzeri seçkin mağazalardan ulaşabilirsiniz.

Ürünlerinizle ilgili aktivite ve benzeri etkinlikleriniz oluyor mu?

Evet çeşitli etkinlikler yapmaya başladık.   Örneğin bu haftasonu, 23 Ocak 2016 Cumartesi günü, Uniq-Maslak’daki Tırtıl Kids Mağazasında harika bir etkinliğimiz olacak. 3 yaş ve üzeri tüm katılmak isteyen bızdıklarımızı saat 12:00-16:00 arası bekleriz. Katılım ücretsizdir.

12509162_1124067767617373_5504061128341727490_n

 

Narlı ve Armutlu Chia-Yulaf Puding

 

IMG_5056

Nar ve armutlu chia puding

Sağlıklı beslenme sahnesine hızlı bir giriş yapan chia tohumu benim de mutfak dolabımda her zaman bulundurduğum besin maddelerinden biri arasına girdi ve yerini sağlamlaştırdı diyebilirim. Chia tohumunu en çok sabah kahvaltılarımda, geceden hazırladığım bir ‘puding’ tarifinde kullanıyorum ve farklı taze meyveler ve ceviz-badem gibi kuruyemişlerle lezzetini çeşitlendiriyorum. Farklı tarifleri denedikten sonra tadını ve kıvamını en sevdiğim reçeteyi burada sizinle paylaşmak istiyorum. Hazırlaması kolay, besleyici olduğu kadar da sağlıklı olan bu tarifi beğeneceğinizi umuyorum…

Malzemeler:

1/2 su bardağı günlük organik süt

1/2 su bardağı organik yoğurt

1/2 su bardağı yulaf ezmesi

1 yemek kaşığı chia tohumu

1 tatlı kaşığı bal ya da agave şurubu

1 çay kaşığı tarçın

Yarım nar

Yarım armut (rendelenmiş)

Hazırlanışı:

Ölçü için kullanacağınız su bardağı olarak 240 ml’lik bir ebat tercih edin. Orta boy bir kavanozun içinde meyveler dışındaki tüm malzemeleri karıştırın. Kavanozun kapağını kapatıp buzdolabında en az 4 saat, tercihen 1 gece bekletin. Kıvamı koyulaşmış olan pudinginizin üzerine rendelenmiş armut ve nar ekleyerek tüketin. Tam yağlı organik süt yerine yağsız ya da yarım yağlı organik süt, badem sütü ya da Hindistan cevizi sütü kullanabilirsiniz. Servis sırasında üzerine çilek, yabanmersini, ahududu, ananas gibi farklı meyveler, badem, kuru üzüm, ceviz gibi yemişler ekleyerek lezzetine lezzet katabilirsiniz.

Afiyet olsun 🙂

Sizin de chia tohumlu tarifleriniz var mı?

 

 

Uzman Görüşü: Yemeklerde Doğru Yağları Doğru Şekilde Kullanıyor Muyuz?

olive oil on wooden table

Malum, hem çocuklarımız hem de kendimiz için beslenme alanında sağlıklı tercihler yapmaya gayret ederken yaşadığımız birçok ikilem var. “Mutfağımızda hangi yağları bulundurmalıyız ve ne şekilde kullanmalıyız?” sorusu da birçoğumuzun kafasını sık sık kurcalıyor. Geçtiğimiz günlerde Hindistan cevizi yağı konusunu etraflıca işledikten sonra, doğru yağ seçimi konusunu biraz daha genişletip, uzman görüşünlerine de yer vererek kapsamlı bir yazı hazırladım sizler için.

Kilit konu: soğuk sıkım yöntemi

Öncelikle, sıvı yağlardan başlayacak olursak, oda sıcaklığında likit formda olan yağlar, yapılarında doğal olarak yüksek oranda doymamış yağ asitleri içerirler. Kimyasal yapıları gereği bu yağlar pek stabil olmayan bu yağlar, ısıya ve ışığa maruz kaldıklarında kolayca okside oluyorlar. Yağın yapısının değişerek okside olması yağın bütünlüğüne zarar verirken, bu halde tüketilen yağlar vücutta enflamasyona (yangıya) sebep oluyor. Sıvı yağlar üretim aşamasında da ısıya maruz kalabiliyorlar, dolayısıyla siz sıvı yağı sadece soğuk olarak tüketseniz bile, eğer seçtiğiniz yağ üretim sırasında ısıl işlem gördüyse, onu soğuk olarak tüketmenizin de pek bir anlamı kalmıyor. Soğuk-sıkım yağlar tam da bu yüzden makbuller. Sıvı yağ alırken soğuk-sıkım yöntemiyle üretilmiş olmasına dikkat etmek ve pişirme yağı olarak yüksek ısılarda kullanmamak en doğrusu. Sıvı yağ tercihinizi soğuk-sıkım yöntemiyle üretilmiş, sızma zeytinyağı, ceviz yağı, keten tohumu yağından yana yapmanızı ve bu yağları ağızları kapalı, hava almayan şişe ya da tenekelerde, buzdolabında saklamanızı, kullanacağınız kadar miktarı dışarıda, ısı ve ışık almayan bir yerde tutarak tüketmenizi öneriyorum.

Tereyağı ama hangi tereyağı?

134507-154472Tereyağı, hindistan cevizi yağı gibi yağlar ise oda sıcaklığında katı formda oluyorlar ve yüksek oranda doymuş yağ asitleri içeriyorlar. Bu yağların, sıvı yağlardan farklı olarak, yüksek ısılarda stabil olmalarından ve pişirme esnasında maruz kaldıkları yüksek ısıya karşı dayanıklı olmalarından ötürü, tencere yemeklerinde tereyağı, kek kurabiye gibi hamur işlerinde Hindistan cevizi yağı kullanmak mantıklı görünüyor. Ama tereyağı konusunda Türkiye’de sağlıklı beslenme alanındaki en önemli uzman ve fikir önderlerinden bir olan Prof. Kenan Demirkol’a kulak vermek gerekiyor: “Tereyağı en değerli yağ, hatta zeytinyağından bile değerli. Tabii sütünden tereyağ yapılan hayvan merada otla besleniyorsa… Tereyağı aynı zamanda en zehirli yağ, eğer o hayvan endüstriyel olarak hiç gün ışığı, ot ve yeşillik görmeden besleniyorsa… Günümüzde yaygın olarak uygulandığı gibi. Maalesef bugün marketlerden sağlıklı bir terayağ satın almak mümkün değil. Doğduğu günden itibaren güneş yüzü, tek bir ot, tek bir çayır görmüyor inekler. Genellikle yurtdışından gelen GDO’lu mısır ve soyayla besleniyorlar. Dolayısıyla yazın merada otlayan ve tamamiyle yeşillikle beslenen, kışın da yazın biçilip kurutulmuş ot yiyen ineğin sütünün, bugün mısır kırığı, cips fabrikalarının artığı patates kabukları, tahıl artıkları, pirinç kırığı, mısır silajı, GDO’lu mısır, pancar küspesi, GDO’lu soya ile beslenen hayvanın sütünden temelde dört farkı var. Birincisi, merada otlayan hayvanın sütü damar sertliği yapıcı doymuş yağ asitlerinden fakirdir. Halbuki endüstriyel olarak beslenen inekten sağılan süt, damar sertliği yapıcı yağ asitlerinden zengindir. O yüzden bugün doktorlar tereyağını yasaklıyor. İkincisi, merada otlayan hayvanın sütünde Omega 3 var. Hani şu yıllarca sadece balıktan aldığımızı söylediğimiz ve yalan söylediğimiz Omega 3. Omega 3’ün esas kaynağı yeşilliktir. Balık, yosun yediği için etinde Omega 3 var. İnek de, ot yediği zaman etinde, sütünde Omega 3 var. Ama bunun bilgisi dahi kalmadı artık. Omega 3 insan vücudu için en önemli yağ asidi. Ama biz çağ olarak Omega 3 eksikliği çağında yaşıyoruz. Bugün oluşan kronik hastalıkların temelinde Omega 3’ten fakir beslenmemiz yatıyor. Kanın sulanmasına yol açıyor. Dolayısıyla inme ve kalp krizi gibi hastalıklar kanında yeterince Omega 3 olan insanda çok daha az görülür. Omega 3, şeker hastalığına karşı direnç kazanmamızı sağlıyor. Damarların daha elastik olmasına yol açarak hipertansiyonu engelleyebiliyor. Hücre duvarında yer aldığı için hücrenin toksik maddelere karşı daha dirençli olmasını sağlayarak kanser riskini azaltıyor. Ama biz bugün ineği, koyunu ahıra tıktığımız için Omega 3’ten yoksunuz. Bizim atalarımız Omega 3’ü balıktan almıyor. Ağrı Dağı eteklerinde yaşayan bir adam balığı görse tüfek zanneder. Peki o adam nasıl 100 yaşına geliyor? Doğal beslenen hayvanın ürünlerini yediği için geliyor… Omega 3’ünü de tereyağından alıyor. Tereyağ dünyanın en değerli yağı. Nokta.”

Rafine yağlara geçit yok! 

İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Çocuk Hastalıkları ve Metabolizma Bilim Dalı Bölüm Başkanı olarak görevini sürdürürken geçtiğimiz aylarda yaşamını yitiren, Taş Devri Diyeti başta olmak üzere sağlıklı beslenme alanında birçok kitap yazmış olan Porf. Ahmet Aydın’ın konuyla ilgili uyarıları da son derece çarpıcı: “Ayçiçeği, pamuk yağı, mısırözü yağı gibi poliansatüre yağ asitleri ile riviera zeytinyağı, fındık yağı ve kanola yağı monoansatüre yağlar sıcak preslenmiş yağlar olduklarından dejeneratiftirler. Az tüketilmeleri, hatta mecbur kalınmadıkça hiç tüketilmemeleri gerekir. Margarinler ise bitkisel olmalarına karşın çifte bağları hidrojen ile doyurulduğu için katı yağlardır. Uzunca yıllar insan vücudu için zararlı olan transenoik yağ asitlerini içeren margarinler artık interesterifikasyon yöntemi ile yapılmaktadır. Fakat bu yöntemin de sağlıklı olduğunun da garantisi yoktur. Bu nedenle margarinler kesinlikle tüketilmemelidirler.

Netice olarak tıpkı eki beslenme geleneklerinde olduğu gibi sıcak yemekleri tereyağı, iç yağı ve kuyruk yağı gibi hayvani yağlarla, soğuk yemekleri ise sızma zeytinyağı ile yapmamız gerekir.”

Konuyla ilgili görüşlerine başvurduğum gıda mühendisi ve aynı zamanda Makarna Lütfen! markasının kurucusu olan dostum Tuğba Bayburtluoğlu ise şunları söyledi: “Zeytinyağı özel bir yağ, diğer sıvı yağlardan farklı çünkü diğer sıvı yağlar Türkiye’de ne yazık ki hep rafine ürünler. (Bir kere organik ayçiçek yağı sıkmıştık Yakatarla’da. Sana çıkan yağın nefasetini, güzel kokusunu anlatamam. Ama tabi verim çok çok çok düşüktü nerede üretecek adam:)) Yani zeytinyağı sızma olarak üretilebildiği için kıymetli. Bu da zeytinden gelen yağda korunabilen vitaminlerin (özellikle E vitamini) vb saklanmasını kolaylaştırıyor. Sızma zeytinyağlarının çiğ tüketilmesi her zaman çok daha iyi çünkü en ufak bir ısı vb iyi özelliklerinin azalmasına sebep oluyor. Bu azalma olmasın diye uzmanlar az yağ ile pişirin sonra üzerine zeytinyağı dökün diyorlar. Yağ çok tüketilmemeli. Bol yağda kızartma vb ancak özel günlerin yemekleri olmalı. Zeytinyağının sızması ve tereyağı şu anki bilgilerimizle en makbul yağlar. Yağ ne olursa olsun yağı kızdırırken ya da kızartma yapılırken dikkat edilecek en en en önemli konu yağın yanmaması, duman çıkartmaması. Bu yağın yandığının ve kanserojen maddelerin oluştuğuna delalet tüketilmemesi gerekiyor.”

Sonuç olarak…

Konuyu özetlemek gerekirse, yağ konusunda tercihimizi organik olanlar yönünde kullanmamız, özellikle sıvı yağlarda rafine edilmemiş, soğuk sıkım yöntemiyle üretilmiş olanları seçmemiz önemli. Fırında ya da ocakta pişen yemeklerde, miktar olarak abartıya kaçmadan, organik, gerçek köy tereyağı ya da Hindistan cevizi yağı, salatalarda yine tercihen organik ve mutlaka soğuk sıkım ve sızma olarak, rafine edilmeden üretilmiş zeytinyağı kullanmak en iyisi. “Zeytinyağlılar” ve kızartmalar ise zor konular…Sanırım kızartmalardan tümüyle kaçınmak, zeytinyağlıları ise yağsız pişirdikten sonra zeytinyağını eklemek sağlık açısından en doğru tercih olacak.

Herkese mutlu, sağlıklı, lezzetli günler diliyorum 🙂

Hindistan Cevizi Yağı Tüketmeye Başlamanız İçin 9 Çok İyi Neden

coconut-oilSize, kolayca sindirilen, vücudun bağışıklık sistemini destekleyen, metabolizmayı hızla harekete geçiren, vücudumuzda anında yakılabildiği için yağ hücrelerinde depolanmayan ve hatta kilo vermeye destek olan bir yağ mümkün desem? Bahsettiğim yağ, rendelenmiş haline oldukça aşina olduğumuz Hindistan cevizinin, soğuk sıkım yöntemiyle elde edilen, saf, rafine edilmemiş yağından başkası değil. 24 derecenin altında katı, üzerinde ise sıvı formda olan bu yağı duymuş, ama bugüne kadar bir türlü mutfağınıza sokmamışsanız, işte tereyağına alternatif olarak Hindistan cevizi yağı kullanmaya başlamanız için sizi cesaretlendirecek 9 çok iyi neden…

  1. Tüm Yağlar Eşit Yaratılmamıştır

Hindistan cevizi yağı, trans yağların aksine, sağlıklı formda bir doymuş yağdır. Trans yağ asitlerinin tüketilmesi kalp problemleri, depresyon ve yüksek kolesterol seviyeleri gibi sağlık sorunlarıyla ilişkilendirilirken, Hindistan cevizi yağı karaciğerde metabolize edildiğinden çok hızlı bir şekilde enerjiye dönüşür ve vücutta yağ olarak depolanmaz.

  1. Kilo Kontrolüne Yardımcı Olur

2009 yılında 40 kadın üzerinde yapılan bir bilimsel araştırma kadınlarda Hindistan cevizi yağı tüketimi ile karın bölgesindeki yağlanma arasındaki ilişkiyi inceleyerek, günde 30 ml Hindistan cevizi yağı tüketmenin karın çevresinde kayda değer bir incelme ve Vücut Kitle Endeksi seviyelerinde önemli bir düşüş sağladığı sonucunu ortaya koydu.

  1. Sindirimi Destekler

Eğer sindirim sorunları ya da şişkinlik yaşıyorsanız, beslenmenize Hindistan cevizi yağını eklemenin faydalarını hissedeceksiniz. Antibakteriyel özellikler taşıyan Hindistan cevizi yağının sindirim düzensizliklerine yol açan bakteriler ve parazitler üzerinde yatıştırıcı etkiye sahip olduğu ortaya çıktı.

  1. Tip II Diabet Riskini Azaltır

Garvan Tıbbi Araştırmalar Enstitüsü tarafından 2009 yılında yürütülen bir araştırma Hindistan cevizi yağı kullanımının vücudu insülin direncine karşı koruyarak Tip II Diabet riskini azalttığını ortaya koydu.

  1. Bağışıklık Sistemini Güçlendirir

Hindistan cevizi yağının yapısında bulunan laurik asit, kaprilik asit ve kaprik asitler, antiviral, antimikrobiyal ve antifungal özellikleriyle bağışıklık sistemini güçlendirirler. Saf Hindistan cevizi yağı yaklaşık olarak yüzde 50 oranında laurik asit içerir. Bu oran, doğal olarak ulaşabileceğiniz en yüksek oranlardan biridir. Vücut, laurik asidi anne sütünde de bulunan bir yağ asidi olan monolaurin’e dönüştürür. Monolaurin bileşeni candida albicans ve fungal enfeksiyonların yanı sıra bakteri veya virüs kaynaklı olan herpes, kızamık, grip, ve hepatit C gibi hastalıklara karşı da etkilidir.

  1. Metabolizmayı Hızlandırır

Hindistan cevizi yağı gibi orta zincir yağ asitleri içeren gıdaları tüketmek arabanıza yüksek oktanlı yakıt koymaya benzer. Arabanızın performansının artmasına benzer şekilde, vücudunuzun performansı artar. Journal of Nutrition’da sonuçları paylaşılan bir araştırma Hindistan cevizi yağı kullanımının metabolizmayı hızlandırdığını ortaya koyuyor. Araştırmacılar günde 2 yemek kaşığı Hindistan cevizi yağı tüketen deneklerin tüketmeyenlere nazaran daha fazla kalori yaktığını gördüler. Hindistan cevizi yağında bulunan orta zincir yağ asitleri doğrudan karaciğerde metabolize olup derhal enerjiye çevrildikleri için vücutta hızlı bir enerji artışı sağlıyorlar. Orta zincir yağ asitleri vücutta enerji üreten hücreler tarafından kolayca emildikleri için, metabolizma hızlanıyor ve bu ‘enerji patlaması’ tüm vücutta uyarıcı bir etki yaratıyor.

  1. Yüksek Isıda Pişirilebilir

Zeytinyağı soğuk olarak tüketildiğinde sağlık açısından son derece faydalı olmasına rağmen, kızartma yağı olarak yüksek ısılarda kullanıldığında okside olarak, kansere sebep olan serbest radikallerin ortaya çıkmasına yol açar. Hindistan cevizi yağı ise, orta zincir bir doymuş yağ asidi olduğundan birçok çoklu ya da tekli doymamış yağa göre daha yüksek ısılarda kullanılabilir. Belki kızartma yağı olarak değil ama kek, kurabiye gibi yüksek ısılarda pişirilen yemeklerde Hindistan cevizi yağı gönül rahatlığı ile kullanılabilir. Kendine özgü tadı ile tariflere ayrı bir lezzet katar.

  1. Tatlı Krizlerini Engeller

Canınız aniden engellenemez bir şekilde tatlı çektiğinde, o çikolatalı gofreti ya da çilekli pastayı midenize indirmeden önce, bir kere de birkaç çay kaşığı saf Hindistan cevizi yağı yemeyi deneyin. Bu yüksek kaliteli yağın açlığınızı bastırmada karbonhidratlara göre daha etkili olduğunu göreceksiniz. Şekeri kestikçe de emin olun ki kendinizi çok daha az ‘aç kurt gibi’ hissedeceksiniz.

Birçoğumuz, sürekli aç hissetmenin aslında vücudumuzun doğru beslenmediğine dair önemli bir ipucu olduğunun farkında değiliz. Doğru oranda ve tipte yağ ve proteinler tüketerek vücudun ihtiyacı olan enerji için kaliteli bir kaynak yaratabilir ve şekerin yarattığı bağımlılıktan kurtulabiliriz.

  1. Hindistan Cevizi Yağı ile Muhteşem Tatlılar Yapılabilir

Sizinle paylaşacağım bu yüksek-protein içeren, gluten ve süt ürünü içermeyen tarifi deneyin.

1 yemek kaşığı Hindistan cevizi yağı

1 su bardağı badem ya da ceviz (en az 4 saat ya da bir gece boyunca suda bekletilmiş)

5 adet hurma

3 yemek kaşığı saf kakao

Hindistan cevizi rendesi

Tüm malzemeleri mutfak robotunuza koyarak robotunuzu çalıştırın ve elde ettiğiniz karışımı lokmalık porsiyonlarda yuvarlarak üzerini Hindistan cevizi rendesi ile kaplayın. 15 dakika buzdolabında beklettikten sonra afiyetle yiyin.

Bir de enfes bir granola tarifim var:

2 su bardağı yulaf ezmesi

5 yemek kaşığı Hindistan cevizi yağı

2 çay kaşığı tarçın

2 çay kaşığı toz zencefil

½ su bardağı kabak çekirdeği

½ su bardağı ayçekirdeği

1 su bardağı Hindistan cevizi rendesi

1 su bardağı en az 4 saat suda bekletilmiş çiğ badem

½ su bardağı ceviz

2 yemek kaşığı organik bal

Tüm malzemeleri bir araya getirip karıştırın ve pişirme kağıdı kapladığınız tepsinin üzerine yayarak 160 derecede 20 dakika boyunca pişirerek çıtır hale getirin. Soğuduktan sonra, kahvaltıda ya da öğün aralarında süt ya da yoğurt ekleyerek tüketin.

Bence bir kere kullanmaya başlayınca mutfağınızdan eksik etmeyeceksiniz. Denedikten sonra düşüncelerinizi ve yarattığınız tarifleri burada paylaşırsanız çok sevinirim.

Detoksla Gelen Tatlı ve Güzel Hayat

Detoks ‘Organik anne’lik serüvenimin daha henüz anne bile olmadığım bir dönemde başladığını söyleyebilirim. 2008 yılının Mayıs ayında, Bodrum Türkbükü’ndeki detoks merkezine giderken o kısacık detoks seyahatim sonrası yaşayacağım aydınlanmadan ve benimseyeceğim yaşam biçiminden tamamen habersizdim… Sadece sıvı gıdalar ve bol miktarda besin desteği alarak, gün boyu sağlıklı yaşamla ilgili kitaplar okuyup sohbetler yaparak, kâh Türk hamamında kese ve köpük masajı yaptırıp, kâh yeşillikler içinde yoga ve meditasyon yapıp rahatlayarak, geceleri bir bebek gibi erken yatıp, sabahları çalar saat olmaksızın kuş sesleri ile uyandığım, huşu içinde geçen dört gün, insanlık için küçük, ama benim için çok büyük bir adım oldu. Orada yaşadıklarımı, duyduklarımı, sonrasında da okuduklarımı ve artık istisnasız bir şekilde uyguladıklarımı sadece kendime saklamam mümkün değil, zira ne kadar uzatmaya çalışırsak çalışalım yine de ‘kısa’ ve ‘yarım’ kalan hayat yolculuğunda her şey paylaştıkça güzel ve anlamlı. Arınarak, vücudumuza giren gıdalar konusunda bilinçlenerek, hayata pozitif bakarak, kısacası kendimizi önemseyerek nasıl daha sağlıklı, güzel ve dinç kalacağımızı, genç görünmeye devam ederek ‘yıllanacağımızı’, gelin hep birlikte inceleyelim…

Detoks Nedir?

Modern yaşam içerisinde farkında olarak ya da olmayarak bedenimize aşırı yükleniriz, soluduğumuz hava, içtiğimiz su, yediğimiz işlenmiş gıdalar, yaşadığımız stres vücudumuzda pek kolay atamayacağımız toksik birikim oluşturur. Hastalıklardan korunmak, gençlik enerjimizi ve görünümümüzü uzun yıllar devam ettirebilmek için bedenimizdeki bu toksik birikimi dışarı atmamız gerekiyor.

Neden Detoks?

Daha sağlıklı bir yaşam tarzına adım atarken, bu yeni döneme uzmanlar eşliğinde hazırlanan ve uygulanan 4 günlük ya da bir haftalık bir detoks programıyla başlamak, insanın ihtiyaç duyduğu o motivasyonu sağlamakla kalmayıp, özellikle de fazla kilolarla mücadele etme gibi bir gayret içinde olanlara hızlı bir başlangıç yapma fırsatı sunuyor. Toksinlerden en etkili biçimde arınabilmek adına düzenli bir şekilde detoks programlarını uygulamanız gerekir. Uzmanlar eşliğinde hazırlanan detoks programı yalnız bedeniniz üzerinde değil bütünsel bir yaklaşım ile zihnin ve ruh üzerinde de yoğunlaşır. Detoks programını harfiyen uyguladıktan sonra sadece bedenen değil zihnen de farklı hissediyorsunuz. Detoks kanın temizlenmesini ve temiz kanın organ, hücre ve dokuları beslenmesi ve onarmasını sağlıyor. Detoks sonrası bir yandan enerji artışı yaşarken, yaşadığınız yeterlilik ve iyilik hissi, daha iyi uyku, sabah dinçliği, kolay konsantrasyon ve kolay hatırlama, zihin açıklığı ile birlikte daha dengeli ve düzenli bir bedensel ve ruhsal yaşamın kapılarını aralıyorsunuz. Detoksla güçlenen ve zindeleşen vücudumuz için daha az enfeksiyon, daha güçlü bağışıklık sistemi, daha az mide, bağırsak ve kalp sorunu, daha sağlıklı ve genç bir deri, daha sağlıklı saçlar ve tırnaklar anlamına gelen yepyeni bir dönem başlıyor…

71wUgCf5WRL._SL1182_Detoks Nasıl Yapılıyor?

Birbirinden farklı birkaç program olmakla birlikte benim uyguladığım özellikle toksinlerinden arınmak ve kilo vermek isteyenler için uygun olan meyve ve sebze suyu kürüne dayalı bir sıvı detoks programı idi. İçerdiği kalın bağırsak terapisi ve çok özel besin destekleriyle çok etkili arınma ve yenilenme sağlayan bir detoks programıydı. Program boyunca ‘shake’ olarak adlandırılan çeşitli karışımlardan (detoks katkı maddeli meyve ve sebze sularının karışımları) ve beslenmemiz için gerekli mineralleri ve sağlığımız için faydalı besinleri sıvı olarak aldık. Katı bir şey yemememize rağmen açlık hissetmedim çünkü gün boyu tüketilen özel karışımlar doygunluk hissi veriyordu. Kür boyunca taze sebze ve meyve suları, bitkisel çaylar ve lezzetli, minerallerce zengin sıcak çorba içtik. Benim favorim ise ara ara ‘shot’ olarak kafaya diktiğimiz yemyeşil renkte ve buram buram kesilmiş çim kokan buğday çimi suyu idi.

Detoks, bir nevi oruç tutup vücuda ve sindirim sistemine bir dinlenme şansı tanıyor aslında. Bağırsakların iç mukozası kendini onarıp yenilerken, karaciğer günde 3-6 kere sindirim ile uğraşmadığı için dinleniyor, pankreas da insülin üretmediği için dinleniyor, yemek, içecek ve solunum yolu ile yeni toksinler girmediği için vücuttan eskileri atılıyor ve doğal detoksifikasyon yolları nefes, yoga, sauna, masaj, kolema/lavman ve kese/kuru fırçalama ile uyarılıyor.

Program sonunda ödem ve toksinlerden arınmış, temiz organlara ve pırıldayan bir cilde sahip, adeta yeniden doğmuş bir Deniz’dim. İşte belki de bu yüzden program sonunda kendinizi hiç olmadığınız kadar zinde hissediyorsunuz. Hatta kendimi açıklanması ve anlatması zor bir coşku ve mutluluk sarhoşluğu içinde bulmuştum. Bir an Istanbul’daki yaşamımı unutup, ‘Biz iyiydik burada böyle, hep burada kalalım’ diye de aklımdan geçirmiştim dönüş yolculuğu yaklaşırken… Ayrıca 4 günün sonunda tartıda 3 kilo daha eksik çıkmayı da başarmış olmamın da haklı gururunu yaşıyordum!

Detoks Sonrası Genel Kurallar

Tabii herşey detoks programına katılmakla bitmiyor, bilakis, dönüşüm yolculuğu detokstan dönüp de fanustan çıktığınız, gerçek hayatla yeniden yüzleştiğinizde başlıyor. Bu yeni yaşam tarzının da kendine göre ‘kanunları’ var. Ve detoks programına katılmasanız bile bu ‘kanunlar’a uyarak çok daha sağlıklı bir yaşam tarzına geçiş yapabilirsiniz.

  • Her zaman mevsiminde, taze, işlenmemiş, organik ürünleri tercih edin.
  • Sebzeleri mümkün olduğunca çiğ tüketin, mesela ıspanağı ya da semizotunu pişirmek yerine salatasını yapın.
  • Pişirme yöntemi olarak kaynatmak yerine buharda pişirmeyi ya da az miktar yağ ile granit ya da seramik tavada pişirmeyi tercih edin. Kömür ateşinde pişmiş etler, sebzeler her ne kadar lezzetli olsalar da kanserojen olabiliyor.
  • Çizilmiş teflon tava ve tencere asla kullanmayın.
  • İşlenmiş, konserve, kutulanmış, hazır yiyecekleri diyetinizden çıkarın.
  • Acıkmadan yemek yemeyin, masadan hafif aç kalkın.
  • Acıktığınızda ilk olarak bir bardak oda sıcaklığında alkali su için.
  • Meyve sularını taze sıkılmış olarak için.
  • Yemişleri kavrulmamış, tuzsuz olarak tüketin.
  • Kafein tüketimini en aza indirin.
  • Alkol tüketimini minimuma indirin.
  • Sigarayı bırakın.
  • Kimyasal içerikli hiçbir ürünü tüketmemeye özen gösterin.
  • Aluminyum esaslı maddelerden uzak durun ( aluminyum kağıt, tencere, deodorantlar, vb).
  • Sentetik kıyafetler giymeyin.
  • Cep telefonunu mutlaka kulaklıkla kullanın. Ayrıca cep telefonuna yapıştırılan ve zararlı elektromanyetik dalgaları emen aparatlardan edinin.
  • Uykunuzu ihmal etmeyin, gecede 7-8 saat deliksiz uyku lazım.
  • Yatak odanızda manyetik/ elektronik dalga yayan aletler bulundurmayın.
  • Kıyafetlerinizi kuru temizleme yerine doğal bazlı malzemelerle yıkamayı tercih edin, eğer sadece kuru temizleme oluyorsa, aldıktan sonra torbasından çıkararak iyice havalandırın.
  • Ruhsal detoks icin çok yorucu olmayan egzersiz, açık havada yürüyüş, yoga, pilates, meditasyon yapın.
  • Ayda bir hamama gidin, kese yaptırın, haftada bir masaj yaptırıp vücudunuzu

Su

Su, detoksun ve genç kalmanın en önemli iksiri. Ama her su değil; PH değeri yüksek, tükettiğimiz asitli gıdaların vücuttaki olumsuz etkilerini dengeleyecek ve hücre yenilenmesini hızlandıracak, iyonize, alkali su en ideali. Alkali su, normal içme sularına oranla yüksek antioksidan etkili. Tadı ve içeriği normal sudan farklı olan alkali su hücrelerimize daha kolay ulaşır. PH 8 – 8,5 olan su, hastalıklara direnç kazanmakta en büyük yardımcıdır.

Bunun bir makinesi var, PH değeri 10 olan, iyonize, mikro su üretiyor. Bir çeşit filtre gibi, ama çok daha detaylı. Bu makinelerden edinemiyorsanız, piyasada satılan şişelenmiş sulardan PH degeri 8 ve üstü olan suları bularak, bunları tercih edin…Alkali suyu evde kolayca yapmak da mümkün. Alkali su elde etmek için 2 litre suyun içine 1 yemek kaşığı kadar karbonat koyduktan sonra karbonat eriyene kadar iyice karıştırın. Gün boyunca hazırlamış olduğunuz bu alkali suyu için. Bir bardak suya 1 tatlı kaşığı veya 1 yemek kaşığı doğal elma sirkesi koyarak da alkali su hazırlayabilirsiniz. Suyun oda sıcaklığında olması gerekir. Bir bardak ılık suya yarım limon suyu katarak da suyun alkali özellikte olması sağlanabilir. Suya biraz limon kabuğu rendelemek suyun kalitesini artırır.

Suyu aç karnına, yemek aralarında, oda sıcaklığında tüketin. Yemeklerden yarım saat önce ve bir saat sonra içebilirsiniz. Güne iki bardak, az miktarda limon ya da elma sirkesi damlatılmış, ılık su ile başlayın. Günde en az üç litre yüksek PH’li su için. Suyunuzu taze nane yaprakları, dilimlenmiş limon ya da salatalık ile içimi daha keyifli bir hale getirebilirsiniz.

himalayan-salt-featured-imageTuz

Hazır yiyeceklerin içinde yer aldığından, farkında olmadan, ya da kendi elimizle yemeklerimize ekleyerek, ihtiyacımızdan kat kat fazla tuz alıyoruz. En kötüsü de sofra tuzu tabir edilen, bir sürü kimyasal işlemden geçmiş, rafine edilerek ağartılmış olan formatı. Rafine edilmemiş, hiç işlem görmemiş tuz tüketmeye çalışın. Tercihen Himalaya tuzu ya da saf deniz tuzu (Ak- tarlardan bulabilirsiniz). Himalaya tuzu çok değerli bir mineral yapıya sahip, çünkü 250 milyon yıl önce dünyadaki ilk denizlerin tuzu. Himalaya Dağları’nın eteklerinde hiç bozulmadan, kirlenmeden korunmuş. Aşırıya kaçmadan sofra tuzu yerine kullanılacak bu tuzun içinde vücudumuz için son derece faydalı 84 farklı element bulunuyor…Ben minik bir kavanoz içinde çantamda taşıyorum.

Şeker

Hayatımızdan tamamen çıkarmamız gereken şeker formu ‘rafine edilmiş’ şeker. Aşırı şeker tüketimi iç organlarımızı yoruyor, şişmanlığa ve erken yaşlanmaya yol açıyor. Şeker ihtiyacını karşılamanın en iyi yolu taze meyveler yemek. Eğer mutlaka ilave şeker kullanacaksak, doğal ve bitkisel bazlı tatlandırıcılar tercih etmeliyiz. Agave nektarı, hurma şurubu ölçülü miktarda kullanılabilir.

Bir de Manuka balı adında antiseptik özelliği olan bir Yeni Zelanda balı var, şifalı olan bu balı ilaç niyetine, kışın tüketebilirsiniz.

Aspartame, sakarin ve benzeri her türlü kimyasal tatlandırıcıdan, bu tür tatlandırıcılar ile hazırlanmış yiyecek ve içeceklerden uzak durmaya çalışalım. Kanserojen oldukları, Alzheimer, Parkinson, MS, epilepsi gibi birçok hastalığa yol açtıkları yönünde güçlü hipotezler, hatta bilimsel araştırma sonuçları var.

coconutbutterYağ

Hayvansal yağları minimuma indirmekte büyük fayda var. Bitkisel yağlar içinde yer alan margarin zaten yıllardan beri kara listede, çünkü doğada olmayan, tamamen sonradan ‘yaratılmış’ ve bir çok işlemden geçerek üretilen bir yağ türü. En iyisi soğuk sıkma yöntemi ile ısıya maruz kalmadan, mekanik yöntemlerle üretilen zeytinyağı. Zeytinyağını pişirmede kullanmak içindeki besin değerini azaltıyor. Bu yüzden sebzeleri haşladıktan sonra zeytinyağını soğuk olarak eklemek en iyisi. Ve tabii zeytinyağını salatalarla tüketmek…Organik olursa daha da iyi… Diğer faydalı yağlar: Keten tohumu, susam ve hindistan cevizi yağı…Çörekotu yağı da Omega 3 açısından son derece zengin, tadı keskin olduğu için lor peynirine ekleyip tüketilebilir.

Et-Süt

İnek, koyun ve tavuk etleri, sütleri ve peynirleri, antibiyotik ve büyüme hormonlarını vücudumuza taşıyor. Organik bulabiliyorsanız inek, koyun ve tavuk etlerini organik tüketin; şarküteri ürünlerinden uzak durmaya çalışın, zira bu ürünler nitrat gibi birçok zararlı kimyasallar içeriyorlar. Protein ihtiyacınız için taze, çiftlik üretimi olmayan deniz balıklarını tercih edin. Özellikle de Omega 3 açısından zengin olan ve kalp sağlığı için çok yararlı olan somon balığı. Pişirmesi de oldukça kolay; yağ da kullanmanıza gerek yok. Süt ve peynir için keçi ürünlerini tercih edin, zira keçiler hâlâ geleneksel usüllerle yetiştiriliyor ve keçi sütü inek sütüne nazaran daha az alerjen, bu nedenle tercih sebebi oluyor.

celery-juice-glassSebze – Meyve

Bol bol sebze ve meyve tüketin ama mevsiminde ve mümkünse organik olanları satın alın. Meyveleri aç karnına yeyin, asla yemekten sonra degil. Maksimum fayda için her seferde en fazla iki değişik çeşit meyve tüketin. Özellikle yeşil olan sebzeleri, çiğ olarak yemeyi tercih edin. Mutlaka çok iyi şekilde yıkayın, böcek ilacı gibi kimyasal kalıntılardan arındırın. Bir katı meyve-sebze sıkacağı alarak sebze ve meyvelerle birbirinden keyifli karışımlar yaratın. Her gün aç karına bir büyük bardak için.

Fikir vermesi açısından benim de denediğim ve sevdiğim sağlıklı karışımlar şunlar:

  • Kereviz-salatalık-zencefil-limon
  • Kereviz-havuç-elma
  • Kavun-kereviz-zencefil
  • Havuç-brokoli-kereviz-maydanoz
  • Domates-havuç-maydanoz-brokoli
  • Havuç-marul-kereviz-şeker pancarı

Salatalarda açık renkli marul ya da ‘atom’ salata yerine roka, ıspanak, su teresini karıştırarak bir ‘süper yeşil karışım’ yaratın. Baklagilleri filizlendirerek salataların üzerine ekleyip ‘canlı’ formda tüketin. Fakat soya genetik değişime uğradığından soya yerine organik maş fasulyesi, alfalfa, buğday, mercimek tercih edin. Filizlendirmeyi çok basit bir şekilde, üstü tülbentle örtülmüş bir cam kavanoz içinde, kendi evinizde de yapabilirsiniz. Günde beş öğün meyve ya da sebze tüketin.

Unlu besinler

Tam tahıllı besinleri, aşırıya kaçmadan ve yağsız tüketin. Kahvaltıda bir dilim, kızarmış, tam tahıllı ekmek; haftada bir ya da iki kere tam buğdaydan hazırlanmış yağsız makarna, esmer pirinçten, esmer bulgurdan ya da frig bulgurundan pilav gibi…Unlu, glutenli besinlere alternatif olarak kinoayı da tercih edebilirsiniz. Son yıllarda ülkemizde temin etmek de mümkün kinoayı.

YabanmersiniAntioksidan besinler

  • Buğday çimeni suyu: Kanı temizlemek, güçlendirmek için içilen buğday çimeni suyu, taze organik klorofil içerir. Hücre yenilenmesi için gerekli tüm aminoasitleri, mineralleri, vitaminleri barındırır; aktif enzimlerle doludur. İdeali aparatlarını alıp evde üretmek ve her gün taze taze iki bardak içmek (50-70 ml). Mucizevi bir besin; hücre yenilenmesi için bire bir.
  • Nar: Harika bir antioksidan kaynağı, ama paketlenmiş suyunu değil, kendisini tüketin.
  • Siyah üzüm: Kuru halde daha da yüksek antiok- sidan içeriyor
  • Kara erik: Kuru halde daha da yüksek antioksi- dan içeriyor.
  • Beyaz Çay
  • Rooibos Çayı
  • Yeşil Çay
  • Brokoli
  • Yaban Mersini
  • Böğürtlen
  • Kiraz
  • Kivi
  • Ispanak
  • Kırmızı Biber
  • Brüksel lahanası
  • Ton balığı (taze, konserve değil)
  • Ceviz, badem, fındık (tuzsuz, kavrulmamış)
  • Domates
  • Ayçiçeği/ kabak çekirdeği
  • Karpuz
  • Havuç

Antioksidan Destekler

Vücudumuz için gerekli, hatta kimi zaman hayati oranlarda almamız gereken vitamin, mineral ve amino asitleri maalesef her zaman doğal yollardan almamız mümkün olmuyor. Bazen yeterli derecede sebze ve meyve tüketmediğimizden, bazen vücut için fayda sağlayacak miktarlarda besin almamız gerçekçi olmadığından, bazen de vücuda fayda sağlayan maddeleri normal yollardan tüketemediğimiz için besin takviyelerini günlük yaşantımızın bir parçası haline getirmek büyük fayda sağlıyor. Yalnız, takviyeler de özelliklerine göre değişiyor. Boya, şeker, koruyucu, katkı maddesi ve kimyasallar içermeyen, vejetaryen, doğal ve organik olan markalar tercih edilmeli.

Uzmanlar tarafından antioksidan etki için tavsiye edilen günlük dozlar şöyle:

  • A Vitamini : 7,500- 10,000 IU
  • Beta karoten: 7-15 mg
  • C Vitamini: 1-2 g
  • E Vitamini: 400-600 IU
  • Koenzim Q10: 100-200 mg
  • Alfa lipoik asit: 100-150 mg
  • Çinko: 15-30 mg
  • Krom: 200 mcg
  • Kalsiyum: 500-1000 mg
  • Magnezyum: 150-200 mg
  • Glutatyon: 500 mg
  • Selenyum: 100-200 mcg
  • Genistein: 100-200 mg
  • Daidzein: 100-200 mg

Tabii bu destekleri mutlaka doktorunuza danışarak ve doktor kontrolünde almanız çok önemli.

Spor

Trambolin, vücudumuzdaki 75 trilyon hücrenin aynı anda ve eşit oranda çalışmasını sağlayarak daha güçlü, daha esnek ve daha zayıf olmanın en etkili yolunu sunuyor. Küçük, ev tipi, alçak bir trambolinle yapılan hareketler, bir çeşit hücresel masaj sağlıyor ve bu da kan dolaşımını hızlandırırak, kan damarlarını açıyor.

Benim en sevdiğim spor ise her zaman yürüyüş…Açık havada, tempolu bir saat sabah yürüyüşünü hiçbir şeye değişmem 🙂

Kendi deneyimimden yola çıkarak hazırladığım bu yazı umarım size de ilham verir…Mutlu, sağlıklı, zinde bir kış mevsimi diliyorum herkese…

Goji Yemişi, Kinoa ve Yulafı Buluşturan Bu Tarifle Güne Dinç Başlayın!

hot-oat-quinoa-cerealBundan yaklaşık 7-8 yıl önce Londra’da yaşarken tanışmıştım kinoa ve goji yemişi ile…O dönemki bilindik süper gıdalara taze bir alternatif olan bu ikili, sıradışı isimleri, görüntüleri ve lezzetleriyle ilgimi çekmeyi başarmıştı. Anavatanı olan Çin, Tibet ve Himalayalar’da binlerce yıldır şifa kaynağı olarak tüketilen goji yemişi, 18 farklı amino asit, 21 mineral, mega düzeyde A, B1, B2, B6, C ve E vitamini ile ıspanaktan daha fazla demir içeriyor. Kurutulmuş olarak temin edilebilen bu küçük, kırmızı meyveler artık Türkiye’de de kolaylıkla bulunuyor.

Son yıllarda gündem yaratan ve 6,000 yıllık geçmişi ile tüm tahılların ‘anası’ olduğu söylenen kinoa ise Güney Amerika’ya özgü kadim bir besin kaynağı. Inka medeniyetinde kutsal sayılan kinoa aslında bir tohum ve bitkisel gıdalar arasında en yüksek seviyede protein içeriğine sahip olması nedeniyle de vejeteryanlar ve veganlar tarafından baştacı ediliyor. Gluten içermemesi, düşük glisemik indekse sahip olması, zengin lif ve magnezyum içeriği kinoayı özel kılıyor. Goji yemişi gibi kinoa da artık Türkiye’de bulunabilen bir ‘süper’ besin.

İşte ben de bu müthiş ikiliyi kahvaltı sofrasına biraz egzotizm katabilmeniz adına son derece sağlıklı ve bir o kadar da lezzetli bir tarifte buluşturdum:

  • Yarım su bardağı goji yemişi, yarım su bardağı yulaf ezmesi ve yarım su bardağı (önceden çok iyi yıkanmış) kinoa, çeyrek su bardağı kuru üzüm, bir çay kaşığı deniz tuzu, 1 çay kaşığı tarçın, yarım çay kaşığı kakuleyi 4 su bardağı su ile karıştırarak orta boy bir tencerede yüksek ateşte pişirin. Kaynama noktasına geldiğinde ateşi kısın ve ara ara karıştırarak tahıllar yumuşayıncaya kadar 20-25 dakika pişirin.
  • Ocaktan aldıktan sonra servis etmek için bir kaseye koyarak üzerine biraz süt ve agave nektarı ekleyin.
  • Damak tadınıza göre üzerine ekleyeceğiniz kabak çekirdeği, hindistan cevizi, kıyılmış badem, kışın elma rendesi, yazın şeftali gibi taze meyvelerle tarifi ‘kişiye özel’ hale getirebileceğinizi unutmayın 🙂

Afiyet olsun!

Not: Bu tarifi sevdiyseniz, goji yemişli yulaflı kurabiye tarifime de buradan göz atmayı ihmal etmeyin!

Grip Aşısı Yaptırmadan Önce İki Kere Düşünün!

20091015_h1n1-influenza-vaccine_33Konu sağlıktan açılmışken aynı hızla devam edeyim dedim. Aralık ayı başından beri H1N1 ve H3N2 kodlu iki tipi bulunan Influenza A virüsü etkisini hissettirmeye başladı ve bu virüsün yol açtığı grip hastalığına karşı aşılanmak gerektiği uzmanlar tarafından yeniden gündeme taşındı son günlerde. Ben aşılara karşı ciddi soru işaretleri taşıyan ama yine de zorunlu tutulan aşıları yaptıran bir anne olarak ne kendim için ne de çocuğum için grip aşısı yaptırmadım şu güne kadar.

Nedeni ise istatistiklerde gizli. Amerikan halk sağlığı enstitüsü Center for Disease Control and Prevention (CDC) tarafından açıklanan verilere göre 2013 yılında grip aşısı genel popülasyonda sadece %56 oranında etkili oldu. Bu oran 65 yaş üstü kişilerde %27’ye kadar düştü. Aşı, 65 yaş üstü nüfusta gribin en ağır tipine sebep olan H3N2 virüsüne karşı ise sadece %9 oranında etkili oldu. Aşının 2 yaş altındaki çocuklarda da çok düşük oranda etkiye sahip olduğu biliniyor.

Aşının savunucusu ve teşvik edicisi konumunda olan CDC bile şunları kabul ediyor:

– Grip aşısının hiç etkili olmaması mümkündür.

– Aşının o yılki grip virüsüne karşı etkisi kişiden kişiye farklılık gösterebilir.

– Grip aşısı gribin yol açtığı semptomlara benzer belirtilere sebep olan diğer virüslerden kaynaklanan enfeksiyon ve hastalıklara karşı koruma sağlamaz.

Kar amacı gütmeyen, bağımsız bir araştırma kurumu olan ve kanıta dayalı oluşturdukları standartları uluslararası düzeyde kabul gören Cochrane Collaboration,  grip aşısı konusunda yürütmüş oldukları 50 farklı araştırmaya dayanarak, tek bir kişinin gribe yakalanmasını önlemek için 100 kişinin grip aşısı olması gerektiğini belirtiyor. Cochrane Collaboration’a bağlı çalışan araştırmacılar grip aşısının, virüsün insandan insana geçişini azalttığına ya da zatürre gibi komplikasyonları önlediğine dair herhangi bir kanıt bulamadıklarını söylüyor.

Siz de kendinizi ve sevdiklerinizi gribe karşı aşılatmadan önce risk-fayda analizini çok iyi yapın. Bir çok uzmana göre grip aşısının faydalarına dair ciddi soru işaretleri bulunuyor. Aşıyla ilgili dile getirilen bazı riskleri ise şunlar:

  • Grip aşısı sizi domuz gribi (H1N1) de dahil olmak üzere çeşitli grip virüslerini kapmaya daha elverişli bir konuma sokabilir
  • Grip aşılarının bir çok yan etkisi vardır ve diğer aşılara nazaran grip aşılarının alerjik etkiler ve bağışıklık sistemi reaksiyonları gibi ciddi yan etkilerinin ortaya çıkma riski daha yüksektir.
  • Firmadan firmaya değişiklik göstermekle birlikte grip aşılarının çoğunda cıva, antibiyotikler, MSG, formaldehit (kanserojen madde), yumurta proteini ve domuz jelatini gibi hayvan hücreleri bulunur.
  • Burun spreyi formatında olan ve canlı virüs taşıyan grip aşıları kullanan kişiler 3 hafta boyunca grip virüsünü başkalarına bulaştırabilirler.
  • Grip virüsünün belli türlerine karşı yaygın aşılanma başka grip virüsü türlerinin yaygınlaşmasına yol açar.

İlk 48 saat içinde alınmak kaydıyla grip virüsüne karşı etkili olan ilaçlar mevcuttur, kaldı ki grip tedavi edilmese bile sağlıklı bebekler, çocuklar, gençler ve orta yaşlı yetişkinler herhangi bir sıkıntı yaşamadan gribi atlatabiliyorlar. Kronik akciğer rahatsızlıkları, kalp sağlığı problemleri ve bağışık sistemiyle ilgili zaafiyet yaşayan kişiler ise gribe yakalandıklarında daha büyük komplikasyonlar yaşama anlamında yüksek risk grubunda yer alıyorlar ve bu kişilerin grip aşısı konusunda doktorlarının tavsiyesi ile hareket etmesi en doğrusu.

Yüksek risk grubu dışında kalanların gribe yakalanmamak için şu stratejileri uygulaması öneriliyor:

– Bol sebze ağırlıklı, çok az oranda (ya da hiç) tatlı, nişastalı ve işlenmiş gıda içeren bir beslenme tarzını benimsemek

– Çok iyi bir uyku düzenine sahip olup her gün en az 8 saat uyumak

– Eksiklik durumunda D vitamini takviyesi almak

– Düzenli olarak hareket etmek, egzersiz yapmak

– Stres düzeyini düşük tutmak

– Altta yatan sağlık sorunlarını tedavi ettirmek

– Hastaneleri mümkün olduğu kadar az ziyaret etmek

Bunların yanı sıra, vücudunuzun ihtiyacı olan besleyici öğeleri aldığından emin olmak ve bağışıklık sisteminizi güçlendirmek için iyi kalite probiyotik ve multivitamin takviyeleri almayı da düşünebilirsiniz.

Sağlıklı, gribin kapınızdan içeri girmediği bir kış sezonu geçirmeniz dileğiyle…

Hem Küçüklere Hem Büyüklere Doğal ve Bitkisel Öksürük Şurubu

Ev yapımı öksürük şurubuHerkesin yeni seneye sağlık ve ağız tadıyla başladığını umarak öncelikle tüm dostlarıma ‘iyi seneler’ diliyorum. 2014’ün ilk konusu öksürük. Malum, kış mevsimiyle birlikte sinsi virüsler ortalıkta kol gezmeye başladı. Küçük oğlum da bundan nasibini aldı ve gittiği anaokulunda kaptığı virüs sebebiyle önce krup hastalığına yakalandı, ardından RSV, yani Respiratuar Sinsisyal Virüs, oğlumu etkisi altına aldı. Özellikle üst solunum yollarında ödem sonucu gelişen, akciğere ana hava girişini engelleyen ve üç yaş altında oldukça tehlikeli olabilen krup hastalığı döneminde, Batu durdurulamayan öksürük nöbetleri geçirdi. Hastalık bize zor günler yaşattı ve geçti ama oğlum öksürmeye devam etti. İşte bu dönemde ben de öksürük için doğal terapiler aramaya başladım. Zira, içi efedrin, dekstrometorfan gibi zehir saçan kimyasallar, yapay renklendirici ve aromalarla dolu öksürük şuruplarından kullanmaya asla niyetim yoktu.

Prof. Ahmet Rasim Küçükusta Öksürük Şuruplarına Karşı Uyarıyor

Göğüs hastalıkları uzmanı olan ve görüşlerine son derece saygı duyduğum Prof. Ahmet Rasim Küçükusta da öksürük şuruplarının dünyanın etkinliği kanıtlanmamış, üstelik pek çok yan etkileri de olan ilaçlarının başında geldiğini, öksürüğün bir hastalık değil onlarca hastalığın belirtilerinden biri olduğunu, öksürüğü kesici ilaç yazmak yerine öksürüğün sebebini bulmak ve onu ortadan kaldırmaya yönelik tedaviler uygulamanın daha doğru olduğunu savunuyor. Saygın profesör, öksürüğe sebep olan esas hastalığın tedavisinin yanı sıra hastalarına bol sıvı almalarını; soludukları havanın nemli olmasını; ıhlamur, ada çayı, nane limon çayları içmelerini ve üzerine biraz zencefil eklenmiş bir tatlı kaşığı bal yemelerini tavsiye ediyor. Küçükusta, balın özellikle küçük çocuklarda çok sık görülen solunum yolları enfeksiyonlarında çok faydalı olduğunu söylerken, bunu hem kendi gözlemlerine dayandırıyor, hem de bunu doğrulayan bilimsel araştırmalar olduğunu belirtiyor.

Ben de hastalıklar konusunda olabildiği ölçüde ilaca başvurmamayı, vücudun kendi doğal savunma sisteminin hastalığı yenmesini mümkün kılacak doğal destekleri kullanmayı tercih edenlerdenim. Bununla birlikte, işin içine öksürük, hele de kuru öksürük girdiği zaman hastalıklar daha yorucu ve rahatsızlık verici bir boyuta geçiyor çünkü deliksiz bir uyku uyumanız pek de mümkün olmuyor. Böyle durumlarda öksürüğü hafifletecek, böylelikle öksürük mağdurunun iyi uyku alarak dinlenmesini sağlayacak ev yapımı ve tamamen doğal bir reçete arayışına girdim. Kapsamlı araştırmalarım sonucunda, bal ve zencefil bazlı, rahatlama sağlayan ve sizlerle tarifini paylaşacağım bitkisel şurubu denemekte karar kıldım.

Doğal ve Bitkisel Öksürük Şurubu Tarifi 

İçindekiler

  • 1 litre şişe suyu
  • 100 gram rendelenmiş zencefil kökü
  • 225 gram papatya çiçeği
  • 30 gram hatmi kökü tozu
  • 15 gram tarçın
  • 60 ml limon suyu
  • 240 ml halis bal

Hazırlanışı

  1. Orta boy bir tencereye suyu ve bitkileri koyun ve yüksek ateşte kaynatın.
  2. Kaynama noktasına gelip fokurdamaya başlayınca kısık ateşe getirin.
  3. Su miktarı yarıya inene kadar karışımı kısık ateşte tutun.(Bitkileri süzdükten sonra yaklaşık 1 bardak sıvıya ihtiyacınız olacak).
  4. Karışımı süzgeçten süzerek bitkileri süzün ve ayırın.(Bitkileri kompost yapmak için kullanabilirsiniz!)
  5. Sıvı karışım hala ılıkken (kaynamıyor olmalı), limon suyu ve balı ekleyip iyice karıştırın.
  6. Sıvı karışımı hava geçirmeyen cam bir kavanoza koyarak buzdolabında 2 ay boyunca saklayabilirsiniz.

Kullanım

Öksürük ortaya çıktığında, hazırladığınız ‘iksir’den çocuklara günde 1 tatlı kaşığı, büyüklere ise 1 yemek kaşığı verebilirsiniz.

Bir çoğumuzun bildiği gibi bal öksürük yatıştırıcı doğal bileşenlere sahip. Zencefil ise yangıya iyi gelen ve balgam söktürücü özellikler taşıyor. Papatya kasları gevşetiyor, böylelikle boğazdaki gıcığı rahatlatıyor, ayrıca dinlendirici bir uyku için de bire bir. Hatmi kökü tüm bitkiler arasında en yüksek oranda göğüs yumuşatıcı, tahriş giderici ve mukoza koruyucu etkiye sahip. Tarçın ise, hem lezzet katmak hem de bağışıklık sistemini desteklemek için şuruba ekleniyor.

Tecrübeyle sabit olduğundan, bu şurubun harika bir ‘iksir’ olduğunu söyleyebilirim 🙂 İçerdiği şifalı bitkiler ve bal sayesinde öksürüğün ve boğaz tahrişinin azalmasına ve kesintisiz bir uyku uyunmasına yardımcı oluyor.

Yalnız, bu şurup bal içerdiğinden ve bal 1 yaş altındaki çocuklar için uygun olmadığından, 1 yaş altı çocuklar için uygun olmadığının altını çizmek isterim.

Peki siz hiç evde öksürük şurubu yaptınız mı? Hangi bitkileri eklediniz? Öksürüğü hafifletmek için ne tür doğal reçeteler kullanıyorsunuz? Aşağıda bizlerle de paylaşırsanız harika olur 🙂

Bebeğinizle Birlikte Yoga Yapmaya Ne Dersiniz?

Baby_YogaAltı haftalıktan itibaren emekleyene kadar olan dönemde bebeğinizle birlikte yoga yapmak kadar ruhunuza iyi gelecek birşey olabilir mi? Doğum sürecini normalleştirmek, normal doğumu teşvik etmek ve hamileleri korkulardan arındırmak amacıyla hayallerinin peşinden gitmek üzere birlikte yola çıkan iki anne tarafından kurulan ve 2008 yılından beri  Emirgan’da hizmet veren DOUM , anne ve bebek yogası da dahil olmak üzere doğal hamilelik, doğum ve annelik üzerine pek çok eğitim ve etkinliğe ev sahipliği yapıyor.

baby-yoga02Anne ve Bebek Yogası

Bir ebeveyn olarak kendiniz ve çocuğunuz adına doğru kararlar verebilmek için iç sesinizi ve içgüdülerinizi dinlemeniz çok önemli.  Yoga bu iç sesinizle olan bağınızı güçlendirir. Anne ve bebek yogası bebeğinizin gelişimine yardım ederken, sizin de doğum sonrası fiziksel ve zihinsel olarak toparlanmanıza destek verir. Bebek yogası bebeğinizle eğlenceli ve sevgi dolu bir iletişim kurmanın yollarından biridir. Bebeğinizle birlikte yapacağınız pozlar, masaj, ses, şarkı, dokunma, kucaklama ve derin gevşeme içerir. Uygulama sayesinde beden uyarılır ve yapılan esneme hareketleri sonucunda daha derin bir rahatlama yaşanır.

Bebeğinizle birlikte yoga yaparak varoluş ile daha derin bir ilişki kurabilirsiniz.  Bu da iç sesinizi duymak ve farkındalığınızı arttırmak için bir alan yaratır. Bebek yogası bebeğinizle aranızdaki iletişimi geliştirirken bebeğinizin fiziksel bedenini güçlendirir, sindirim, lenf ve sinir sistemi dahil bütün sistemlerini ve duyularını uyarır. Bu sayede bebeğinizin uyku düzeninin gelişmesine yardım eder.

Program:

>DOUM‘da her Çarşamba 11:00-12:00

>Özel dersler – bireysel ve grup, evinizde veya DOUM’da (Hizmet verilen bölgeler: Anadolu Hisarı, Arnavutköy, Emirgan, Etiler, Levent, Kandilli, Maslak, Ortaköy, Rumeli Hisarı, Tarabya, Yeniköy)

DOUM’da ücretler: Tek ders 40TL, 5 ders 180TL (2 ay), 10 ders 320TL (3 ay)

DOUM-Hakkinda2148DOUM Hakkında:

Her ikisi de ateşli birer doğal doğum savunucusu olan iki anne, Nur Sakallı ve Başak Kutlu Atay, doğuma hazırlık eğitmeni ve yoga hocası olduktan sonra, 2008 yılında hamilelik ve doğum üzerinde uzmanlaşmak, bebek bekleyen ailelere eğitim ve destek hizmetleri sunmak ve bu konuda doğal bir yaklaşımla çalışan ve annenin gücüne inanan uzmanları bir araya getirmek için DOUM’u kurmuşlar. DOUM Dünya Sağlık Örgütü’nün Bebek Dostu ve Anne Dostu Girişimlerini destekliyor ve çalışmalarıyla ülkemizde doğum sürecinin normalleşmesine katkıda bulunmayı amaçlıyor.

Bu Makarnalar Bir Harika Dostum!

1471387_607109009352218_1354794211_nHem bilinçli ve sevgi dolu bir anne, hem de 15 yıl boyunca gıda sektöründe çalışmış bir gıda mühendisi olan akıllı ve becerikli bir kadın, gün gelir de aile beslenmesine daha fazla sebze katmak isterse ne olur diye merak ediyorsanız hemen söyleyeyim. Bu konuya epey kafa yoran kahramanımız Tuğba Bayburtluoğlu’nun aklına bir gün sebzelerin tüm faydalarını, makarnanın tüm besleyiciliği ile birleştirme fikri gelir. Hemen mutfağa girer, evindeki taptaze kerevizleri bir güzel haşlayıp, püre haline getirir, tam buğday unu ile karışıtırıp ev eriştesi yapar. Kerevizin kokusunu evi havalandırıp kaybeder, akşama erişteyi çok soslamadan sofraya koyar. Ve hayal ettiği zafer gelir! Kerevizli eriştesi, baş gurmesi eşi ve minik gurmesi kızı tarafından pek beğenilir.

Evdeki başarısının ardından cesaretini toplayıp kolları sıvayan Tuğba’nın girişimcilik serüveni böyle başlar. Yaşadığı Kırklareli’nde minik bir atölye kurar. En başta undan vazgeçip daha besleyici olduğu için irmik kullanmaya başlar. Yöredeki üreticilerden doğrudan temin ettiği farklı sebzeleri çeşitli oranlarda dener. Hazırlaması zahmetli olabilen kereviz, ıspanak ve brokolide karar kılar. Sebzelerin tadının makarna içerisinde eriyip gideceği en yüksek oranı tutturur. Tadı zenginleştirsin diye bir çimdik tuz koyar. Yüksek oranda sebze içeren ve en kaliteli irmikten ürettiği makarnaları için Makarna Lütfen! markasını seçer. Tuğba’nın amatör bir ruh ama yüksek bir profesyonellikle hazırladığı makarnalarının namı, başta anneler arasında olmak üzere kulaktan kulağa yayılır. Gelen taleplere kulak veren Tuğba, deneyen herkesin çok beğenmesi ve mutlaka piyasaya çıkarmasını tavsiye etmesi üzerine sebzeli tam buğday makarna serisini de ürün gamına katar.

1403120_609441425785643_1958268234_oÖnceleri e-posta ve Facebook üzerinden sipariş alan Tuğba, bir süreden beri o leziz ve sağlıklı makarnalarını internetteki “dükkanından” tüketicilere sunuyor. Siparişleri bizzat elleriyle hazırlayan, paketleyen, faturaları kendi kesen Tuğba’nın paketleri en geç iki gün içinde sahiplerine ulaşıyor.

Küçük gurmem Batu’nun bizzat test edip onayladığı, tabak tabak yediği Makarna Lütfen! zaman içinde yavaş yavaş çeşitleniyor ve Türkiye’de görülmemiş genişlikte bir ürün yelpazesine kavuşuyor. Tamamen geleneksel usüllerle ve tümü doğal içeriklerle hazırlanan kereviz, ıspanak, brokolili, sebzeli-tam buğdaylı çeşitlerinin yanına, bir çoğu eşi benzeri görülmemiş olan ısırganotlu, pırasalı, kestane kabaklı, beyaz peynirli, domatesli, pancarlı ve siyah havuçlu, yer elmalı, karnabaharlı, karalahanalı, pazılı makarnalar ekleniyor.

Tuğba, internet dükkanını açtıktan kısa süre sonra, Türkiye’de bir ilk sayılabilecek makarnalarının yanı sıra, gıda sektöründe beraber çalışma fırsatını yakaladığı adil ve iyi ürün sunan üretici dostlarının da ürünlerini paylaşmaya karar verir. Sos ve zeytinyağlarının yanına baharatlar, sebze karışımları ile kullanımı denenmiş ve onaylanmış mutfak aletleri ve tarifleri denenmiş kitapları da sunmaya başlar.

Ben yakın zamanda yaptığım son alışverişimde çeşit çeşit sebzeli makarna, anne usulü köfte harcı, tam buğdaylı arpa şehriye gibi ürünlerin yanı sıra, yeni çıktığını fark ettiğim ‘Bebek Tarhanası’nı da sepetime attım. İç Anadolu’nun buğdaylı ve bol yoğurtlu beyaz tarhanasının tarifini annesi memleketi Eskişehir’e gittiğinde ustalarından almasını rica etmiş. Hiç tuz, baharat ya da aromatik ot koymadan bebekler yiyebilsin diyerek üretmiş. İçine fazladan buğday ruşeymi eklemiş ki ruşeym buğdayın beyni. Tohumun geleceğe kalabilmesi için bol protein, kıymetli yağlar ve vitaminler (özellikle E vitamini) içeriyor. Tarhanayı bebişlerin boğazına takılmasın ve anneler için hazırlaması kolay olsun diye incecik öğütmüş. Gerçekten muhteşem bir ürün yaratmış Tuğba.

Sadece bebek tarhanası değil, yaratmış olduğu birbirinden özgün, birbirinden lezzetli ve sağlıklı ürünler için eline, emeğine, yüreğine sağlık Tuğba! Yüz yüze hiç tanışmadığım ama yürekten sevdiğim şahane dostum 🙂

Bu güzel gönüllü insanı biraz daha yakından tanımak isteyen okuyucularım daha önce yayınladığım  Gıda Mühendisi Tuğba Bayburtluoğlu ile Organik Sektörü Üzerine Samimi Bir Söyleşi yazımı okuyabilirler.

Bol sebzeli, bol makarnalı günler dilerim herkese!